KONKALAR (BURNUMUZUN DOĞAL ETLERİ) VE HASTALIKLARI

Konka hipertrofileri (büyümeleri) sık rastlanan burun tıkanıklığı nedenlerindendir.
Konkalar, her iki burun boşluğunun yan duvarlarında alt, orta ve üst olmak üzere üçer adet bulunurlar. Yarım C şeklinde burun boşluğuna doğru uzanan bu organlar, iç kısımda kemik, onun çevresinde damarlardan oluşan ve genişleme özelliğine sahip bir katman ve en dışta da mukoza adı verilen bir örtüyle kaplıdırlar.
Alt konkalar, hava akımını yönlendirerek daha geniş bir mukoza yüzeyiyle temas etmesini sağlar. Solunan havayı filtre eder, nemlendirir, ısıtır ve daha alt solunum yolları ve akciğerler için uygun bir hale getirir. Orta konkalar ağırlıklı olarak sinüs drenaj yollarını korurlar ve hava sirkülasyonuna yardımcı olurlar. Üst konkaların koku alma bölgesini koruduğu düşünülmektedir.
Konkalar yoğun damar ağları içerirler ve bunların genişlemesiyle büyüklükleri değişebilmektedir. Belirgin olarak büyümeleri, burun tıkanıklığına ve solunum kalitesinin düşmesine yol açar.

Nazal döngü adı verilen doğal fizyolojik durum konkaların şişmesinin en sık nedenidir. Genelde 4-6 saat süren bu döngüde bir taraf konkaları normal boyuttayken diğer taraftakiler şişer ve bu süreç taraf değiştirerek devam eder. Bunun, burnun işlevlerine bir katkı sağladığı düşünülmektedir. Dış ortamdaki havanın sıcaklığı, nemi ve kirliliğine göre de konka boyutları değişmektedir. Yani konkaların özellikleri sayesinde burun, sabit bir hava yolu değil, dış koşullara göre değişen, sürekli kontrol altında tutulan dinamik bir hava yolu olarak işlev görmektedir.
Doğal fizyolojik durumlar dışında konkaların çeşitli hastalıklara bağlı olarak büyümeleri de ciddi bir sağlık problemidir. Burun bölmesi (septum) bir tarafa doğru eğrilmiş ise, genellikle karşı taraftaki alt konkada kompanse edici bir büyüme görülür. Bunun dışında alerjiye bağlı büyümeler ve soğuk algınlıklarına bağlı büyümeler de sıklıkla görülür. Alerjik olmayan rinitlere bağlı, aktif veya pasif sigara içimine bağlı, kirli havaya ve kimyasal maddelere maruz kalmaya bağlı ve çeşitli ilaçların yan etkisi olarak da görülebilir.
Orta konkaların içlerinde normalde olmaması gereken hava hücrelerin varlığı konka bülloza denilen duruma yol açar. Bu durumda konka şişerek hava yolunu ve sinüs drenaj yolunu tıkayıp baş ağrısı, tekrarlayan sinüzit gibi sorunlara yol açabilir. Konka bülloza, gerekiyorsa cerrahi yolla tedavi edilir.
Alt konka hipertrofilerinde alerjik sebepler varsa buna yönelik ilaç tedavileri yarar sağlar. Diğer durumlarda da mümkünse nedene yönelik tedaviler tercih edilmelidir. Cerrahi yöntemler arasında radyofrekans uygulaması konkaların fizyolojisini bozmadan bir küçülme sağlar, ancak uzun dönemde tekrar büyüme görülebilir. Bunun dışında konkaların dışa doğru kırılarak pasajın genişletilmesi, konkanın tamamının veya sadece kemik kısımlarının çıkartılmasına yönelik cerrahi müdahaleler vardır. Ancak konkaların radikal biçimde çıkartılması burunda kanama, kabuklanma ve kötü kokuyla seyreden, boş burun sendromu olarak adlandırılan rahatsızlığa yol açabildiğinden, cerrahi yöntemlerde olabildiğince konservatif davranılmalıdır.

BADEMCİK AMELİYATI KARARI

BADEMCİK AMELİYATI KARARI

Bademcik ameliyatı olma düşünceniz varsa önce bir yazımıza göz atalım;

Bademcikler ve geniz eti bağışıklık sistemimizin önemli yapılarıdır. Solunum yoluyla alınan mikropları karşılayan ve onlara karşı verilecek mücadeleyi başlatan ilk bariyerlerdir. Yaşamın ilk 10 yılında daha aktif olarak görev yaparlar. Daha sonraki dönemde fonksiyonları ve önemleri göreceli olarak azalır. Bademcikler varlıklarını sürdürürken, geniz eti genellikle 10 yaş sonrası ve ergenlik dönemi başlangıcıyla kendiliğinden gerileyerek küçük bir lenfoid dokuya dönüşür.

Bademcikler boğazın arka kısmında yumuşak damağın her iki yan tarafında yerleşmiş, ağız açıkken kolayca gözlemlenebilen oval şekilli dokulardır. Geniz eti ise burnun arka kısmında, yumuşak damağın gerisinde boğaz boşluğunun kubbesi olarak tanımlayabileceğimiz geniz bölgesinde yerleşmiştir. Bademcikler ağız iyice açıldığında küçük dilin her iki yan tarafında kolayca gözlenebilirken, geniz eti direkt olarak görülemez. Ayna veya endoskop yardımıyla bakılarak görüntülenebilir. Parmakla muayene ile veya röntgen filmleriyle boyutu değerlendirilebilir.

Bağışıklık sistemimizdeki değerli işlevlerine rağmen bademcikler, kimi zaman önemli enfeksiyonların ve sağlık sorunlarının kaynağı da olabilirler. Böylesi durumlarda ameliyatla alınmaları gerekebilir. Bademcik ameliyatları çocukluk çağındaki en sık uygulanan ameliyatlardandır.

Geçmişte streptokok kökenli bademcik enfeksiyonlarının yol açabileceği glomerülonefrit, romatizmal ateş ve kalp kapak hastalıkları gibi komplikasyonların önlenmesi, ameliyat kararı vermede öncelikli kriterdi. Son yıllarda, gerek hekime ve ilaç tedavilerine daha rahat ulaşabilme, gerek bakım ve korunma şartlarındaki iyileşme ve bilinçlenmeler bu tarz komplikasyonların göreceli olarak azalmasına neden olmuştur. Bu durum, enfeksiyon nedenli bademcik ameliyatlarında da göreceli bir azalmayı beraberinde getirmiştir.

Bunun yanı sıra bademciklerin ve geniz etinin çok büyük yapıda olmasının neden olduğu solunum problemleri, sürekli horlama ve solunum durmasına yol açabilen uyku bozuklukları da ameliyat kararına neden olabilmektedir. Yapılan bir çok araştırma bu tarz çocuklarda gelişim ve davranış bozukluklarının gelişebildiğini ve öğrenme- okul performanslarının olumsuz etkilendiğini göstermiştir.

Her hastanın durumunu ayrı olarak değerlendirmek gerekir. Ancak genel olarak bademcik ameliyatı kararını vermek için kullanılan kriterler şöyledir:

*Tekrarlayan bademcik enfeksiyonu atakları. Son 3 yıl içinde yılda 3’ten fazla; son 2 yıl içinde yılda 5’ten fazla; veya bir yılda 6-7’den fazla atak. (Diğer üst solunum yolu enfeksiyonlarından ayırmak için; ataklar esnasında boğaz ağrısının yanı sıra 38,3 üzerinde yüksek ateş ve/veya ağrılı büyümüş boyun lenf bezleri ve/veya bademcikler üzerinde görünür iltihabi tabakalar gözlenmelidir. Bunun yanı sıra yapıldıysa kan tetkiklerinde ve boğaz kültüründe bakteriyel enfeksiyon lehinde bulgular kaydedilir.

  • Bademcik enfeksiyonlarıyla birlikte görülen febril konvülziyon (ateşli havale) atakları.
  • Bademcik enfeksiyonlarıyla birlikte görülen peritonsiller abse (bademcik çevresi dokularda abse) oluşumu.
  • Sürekli ağız solunumuna ve horlamaya yol açan bademcik ve geniz eti büyümeleri.
  • Yüz, çene ve diş gelişim bozukluklarına yol açan bademcik ve geniz eti büyümeleri.
  • Yutma güçlüğü ve konuşma bozukluğuna yol açan bademcik ve geniz eti büyümeleri.
  • Uyku apnesi gibi uyku bozukluklarına yol açan bademcik ve geniz eti büyümeleri.
  • Tek taraflı asimetrik büyümede tümör şüphesiyle biyopsi amaçlı.
  • Bademcik taşı diye adlandırılan birikimlerin, tüm önlemlere rağmen sürekli tekrarı ve sosyal hayatı etkileyen bir ağız kokusuna yol açması.

SEBEPSİZ KURU ÖKSÜRÜK KULAKLARINIZDAN OLABİLİR

SEBEPSİZ KURU ÖKSÜRÜK KULAKLARINIZDAN OLABİLİR

Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Gökhan Güvener, bazen sebepsiz kuru bir öksürük, hafif baş dönmeleri gibi şikayetlerde kulak kirinin altta yatan faktörlerden biri olabileceğini söyledi.
Avusturya Sen Jorj Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Op.Dr.Gökhan Güvener, kulak kirinin tıptaki adıyla serümen buşon vücudumuz tarafından üretilen doğal bir salgı olduğunu belirterek, “Aslında adının çağrıştırdığı anlamda kir değildir ve temizlikle titizlikle direkt bir ilgisi yoktur. Dış kulak cildimizin kendi kendini temizleme sisteminin bir parçasıdır. Ömrünü tamamlamış ve kulak kanalına dökülmüş eski yüzeysel cilt tabakaları, ciltteki ter bezleri ve yağ bezlerinin salgılarından meydana gelir. Kulak kanalının dış kısmına doğru adeta koruyucu bir katman oluşturarak yabancı maddelerin kulağa kaçmasını kısmen önler, ayrıca içerdiği maddelerle bakteri ve mantarların üremesine engel olur” dedi.
“Normalde kulak kanalı cildinin içten dışa doğru göç hareketi ve çene hareketleriyle buşon çok küçük parçalar halinde dışa doğru atılır ve hiç bir sorun oluşturmaz. Doğal seyreden ve kendi kendini temizleyen kulak kiri için hiç bir temizlik işlemi ve müdahale gerekmez” diyen Op. Dr. Güvener, “Bazı insanlarda kulak kirinin aşırı üretimi ya da kendi kendini temizleme mekanizmasında bir bozukluk söz konusudur. Bunun nedeni tam olarak açıklanamamıştır. Amerikan KBB Akademisinin verilerine göre çocukların yüzde 10’unda, yetişkinlerin yüzde 5’inde böyle bir sorun görülebilmektedir. Yaşlı insanlarda bu oran belirgin olarak yükselmektedir. Bu durumda aşırı miktarda kulak kiri dış kulak kanalını tıkayarak çeşitli semptomlara yol açabilir. İşitme kaybı, kulakta ağrı ve dolgunluk hissi, uğultu gibi şikayetler en sık rastlananlardır. Bazen sebepsiz kuru bir öksürük, hafif baş dönmeleri gibi şikayetlerde de kulak kiri altta yatan faktörlerden biri olabilir. Kimi zaman kirle tıkalı kulaklar, yüzme, duş alma sonrası suyla temas edip şişerek aniden bulgu vermeye başlayabilirler. Bu tip bulguların kulak kiri birikiminin yanı sıra başka bir çok ciddi kulak hastalığında da görülebileceği unutulmamalı, böyle şikayetlerin varlığında bir doktora muayene olunmalıdır. Pamuklu kulak çubuklarını veya başka cisimleri kulak kanalının içine sokmak doğru bir yaklaşım değildir. Pamuğun ucunda bir miktar kir çıkarılmış gibi görünse de, aslında büyük kısmı içeriye doğru itilmiş olur. Ayrıca dış kulak yoluna ve kulak zarına zarar verme riski de oldukça yüksektir” diye konuştu.
Kulak kirinin temizlenmesinde çeşitli yöntemler kullanıldığını hatırlatan Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Gökhan Güvener, daha sonra şunları kaydetti:
“Küret adı verilen, bu iş için üretilmiş kıvrık metal enstrümanlarla kurumuş sert yapıda kirler çıkarılabilir. Daha yumuşak yapıda kirler aspiratörle veya ılık su ve şırıngayla yıkama yöntemiyle temizlenebilir. Kir çok büyük miktardaysa ve kanalı tamamen tıkıyorsa, bir kaç günlük yumuşatıcı damla uygulamaları gerekebilir.
Kulak kiri aslında önemli bir sağlık sorunu olarak görülmemesine rağmen, iletim tipi işitme kayıplarının en sık görülen sebebidir. Bu rahatsızlık sürekli tekrarlama eğiliminde olduğundan, belirli aralıklarla kir tekrar birikecek ve tekrarlayan bulgulara yol açacaktır. Yani genel olarak yanlış inanılan şekilde bir kez temizlenmiş olması tekrarlamaların sebebi değildir. Bilinen bir önlem olmamakla birlikte yumuşatıcı kulak damlalarının belirli aralıklarla kullanılması tekrar tıkanmaya kadar geçen süreyi biraz uzatabilir.”

Haber linki için tıklarınız.

MENiERE HASTALIĞI

MENiERE HASTALIĞI

Meniere hastalığı baş dönmesi atakları, dalgalı işitme kaybı, kulakta çınlama ve dolgunluk hissiyle ortaya çıkan bir iç kulak hastalığıdır.

**Genellikle görüldüğü dönem 40-60 yaşlar arasıdır. Hastalığın görülme sıklığı çeşitli çalışmalara göre 100.000’de 10-150 arasında değişmektedir. Genellikle tek bir kulağı tutar ve kadın-erkek dağılımı eşittir.

Hastalığın ortaya çıkış nedenleri tam olarak bilinmemektedir. İmmünolojik, alerjik, enfeksiyona bağlı, genetik ve anatomik nedenler ileri sürülmüştür. Genel olarak iç kulak sıvılarındaki miktar ve dağılım sorunlarının; iç kulaktan beyine yollanan denge ve işitme sinyallerini etkilediği ve semptomları ortaya çıkardığı kabul edilir.

**Hastalık ataklar halinde ortaya çıkar. Bunlar genellikle 20 dakika ile 2 saat arasında süren, bazen 24 saati de bulabilen ataklardır. Sık ve tekrarlayıcı ataklar olabileceği gibi uzun süre semptomsuz veya çok hafif semptomlarla geçen sağlıklı dönemler de olabilir.

**Tipik bir atak, kulakta dolgunluk hissi ve artan uğultuyla birlikte, işitmenin kötüleşmesi ve genellikle bulantı, kusmanın eşlik ettiği baş dönmesiyle seyreder. Ataktan sonra 3-4 gün sürebilen bir halsizlik izlenebilir.

**Meniere hastalığı, hayatı tehdit etmeyen ve ciddi komplikasyonları olmayan bir hastalık olmasına rağmen, ne zaman ortaya çıkacağı ön görülemeyen ataklar kişinin yaşam kalitesini önemli ölçüde etkilemektedir. Hastalığın yaş dönemi genellikle insanların iş hayatlarındaki en olgun ve üretken dönemleridir. Bazı olgularda sosyal yaşam ve iş performansı daha belirgin etkilenmekte, yine bazı olgularda anksiyete ve depresyon gibi psikolojik sorunlar ortaya çıkabilmektedir.

**Hastalığın spesifik bir tedavisi yoktur. Tedavi temelde işitmeye zarar vermeden baş dönmesi ataklarının sayısını ve şiddetini azaltmaya yöneliktir. Uzun dönemli takiplerde kendiliğinden veya sadece destekleyici tedaviyle baş dönmesi ataklarının azaldığı ve hafiflediği, işitme kayıplarının ise orta-ileri seviyede kalıcı hale geldiği gözlenmiştir.

**Bazı hastalar diyette kafein, alkol ve çikolata gibi kısıtlamalardan yarar görmektedir. Tuz kısıtlayıcı bir diyet de, sıvı retansiyonuna karşı önerilmektedir. Düzenli ve dengeli beslenme, alerjenlerden uzak durma, sigaranın bırakılması ve stres kontrolü de önerilen yaşam tarzı değişiklikleri arasındadır.

Tedavide diüretikler (idrar söktürücüler) ve iç kulağı baskılayan çeşitli ilaçlar kullanılır. Bunun yanısıra iç kulakta işitme ve dengeden sorumlu hücrelere (aslında bir yan etki olarak) zarar veren kimi ilaçların iç kulağa enjeksiyonu ile bazı araştırmalarda başarılı sonuçlar elde edilmektedir. Çeşitli çalışmalarda bir çok doz ve uygulama protokolü tarif edilmiştir. Ancak bu uygulamadaki işitme kaybı riski ve kimi çalışmalarda da beklenen sonüçların alınamadığına dair veriler önemli bir problem oluşturmaktadır. Yine kulak içine kortikosteroid enjeksiyonu da önerilen alternatif tedavi yöntemleri arasındadır.

**Medikal tedavilerle kontrol altına alınamayan olgularda iç kula kese cerrahisi, denge sinirinin kesilmesi ve labirentektomi gibi cerrahi yöntemler uygulanabilmektedir.

**Tedavide ne yazık ki uzun yıllardan beri kabul edilebilir bir ilerleme sağlanamamıştır. Baş dönmesini kontrol altına alacak ve işitmeye en az zararı verecek ilaçlar, doz ve uygulama yöntemi ile ilgili birçok araştırmalar yapılmaktadır. Bu kronik hastalıkta sağlık çalışanları ve hastanın yakın çevresinin moral ve psikolojik desteği de önem taşımaktadır.

OMURİLİK DERNEĞİ’NE “PLASTİK KAPAK” DESTEĞİ

Sen Jorj Hastanesi’nden Omurilik Derneği “Plastik Kapak Toplayarak Özgürce Hareket Etmelerini Sağla” Kampanyasına Destek

Hastanemizde kullanılan ve tüm çevremizden topladığımız plastik kapakları Omurilik Derneği’ne göndererek akülü ve manuel tekerlekli sandalye kampanyasına destek olduk.

Destek olmak için buraya tıklayabilirsiniz.

 

BOĞAZ AĞRINIZIN NEDENİ GIRTLAK REFLÜSÜ OLABİLİR

BOĞAZ AĞRINIZIN NEDENİ GIRTLAK REFLÜSÜ OLABİLİR

Boğaz ağrısı, öksürük, yutma güçlüğü, ses kısıklığı, boğazda kuruluk hissi gibi bulgular altta yatan bir reflünün habercisi olabilirler.

Gastroözafagial reflü, mide içeriğinin yukarı doğru yemek borusuna kaçması sonucunda oluşur. Laringofaringeal reflü (Gırtlak reflüsü) ise, mide içeriğinin yemek borusunun üst kısmından da yukarı çıkarak ses telleri ve boğaza erişmesi, buradaki yapıları tahriş etmesi sonucunda oluşur.

Boğazda ağrı ve gıcık hissi, ses kısıklığı, boğazı sık sık temizleme ihtiyacı hissetme, sebebi anlaşılamayan tekrarlayıcı öksürük, yutma güçlüğü, bazen mide asidinin boğaza kadar geldiğini hissetme en sık rastlanan bulgular arasındadır.

Normalde boğaz boşluğuyla yemek borusunun başlangıcı arasında ve yemek borusunun sonuyla mide arasında geri kaçışı önleyen koruyucu mekanizmalar vardır. Bu mekanizmalardaki bozulmalar reflüye giden sürece yol açar.

Obezite, beslenme düzenindeki bozukluklar, sigara içilmesi, mide fıtığı, karına baskı yapan çok dar kıyafetler giyilmesi reflüyü tetikleyip şiddetini artırabilir.

Tanı, hastanın yakınmaları ve muayene bulgularıyla konur. Özellikle gırtlak reflüsü için endoskop ile yapılan basit muayenede, ses tellerinin arka bölgesindeki ödem ve tahriş bulguları tipiktir. Kimi olgularda sindirim sistemi endoskopisi ve asitlik seviyesinin ölçümü gibi yöntemler gerekli olabilir. Verilen antireflü ilaçlara kısa sürede yanıt alınması da değerli bir tanı yöntemidir.

 

Gırtlak Reflüsünü Önlemek için Nasıl Önlemler Alabiliriz

  • Önlem olarak, mide asidindeki artışı ve reflüyü tetikleyecek gıdalardan uzak durulmalıdır. Gazlı ve asitli içecekler, alkol, çikolata, kızartmalar, yağlı ve baharatlı yiyecekler, mayalı hamurişi gıdalar önerilmez. Sigaradan uzak durulmalı, fazla miktarda çay kahve tüketilmemelidir. Küçük porsiyonlarda ve sık sık yemek yenmeli, aç kalınmamalıdır.
  • Yatmadan üç saat öncesinde yeme içme kesilmeli, yatarken baş ve omuzlar daha yüksekte kalacak bir pozisyon alınmalıdır.
  • İdeal kiloya inmek, düzenli yürüyüş ve spor, stresten uzak durmak, dar ve karına baskı yapan kıyafetlerden kaçınmak gibi yöntemler de yararlı olacaktır.
  • Beslenme ve hayat tarzını düzenleme dışında, mide asidini azaltan ve geri kaçışa engel olan ilaçlar düzenli ve uygun sürede kullanıldıklarında hastaların büyük bir kısmında rahatlama sağlarlar.
  • İlaç tedavisi ile kontrol altına alınamayan ve tekrarlayan olgularda ileri tetkik yöntemleri uygulanmalıdır. Gerekli olgularda cerrahi tedavi seçenekleri de düşünülmelidir.

BİRİ ÖKSÜRÜRKEN NEFESİMİZİ TUTMALI MIYIZ?

Soğuk algınlığına neden olan virüslerin bulaşıcılığı çok yüksektir. Hasta kişinin öksürmesi, hapşırması hatta yakın mesafeden konuşmasıyla havaya yayılan damlacıklar aracılığıyla bulaşırlar. Bu damlacıklar havada asılı kalarak ve etraftaki objelerin üzerine tutunarak bir süre daha bulaşıcılıklarını sürdürürler. Bu objelere dokunup daha sonra elimizi ağzımıza, burnumuza, gözümüze temas ettirirsek bulaşmayı kolaylaştırmış oluruz. Yani biri öksürürken nefesimizi tutmak korunmak için yeterli değildir. Hasta kişiyle mümkün olduğunca aynı ortamda bulunmamak gereklidir. Mecbur isek de yakın temastan kaçınmak, tokalaşmamak, o kişinin temas ettiği telefon, bilgisayar klavyesi, kalem, bardak gibi eşyalara dokunmamak, sık sık ellerimizi yıkamak temel korunma yöntemleridir. Bağışıklık sisteminin ve mukozaların koruyucu fonksiyonlarının düzgün çalışabilmesi için bol sıvı almak, sigaradan uzak durmak, beslenme ve uyku düzenlerine dikkat etmek de çok önemlidir.

18-24 KASIM DÜNYA ANTİBİYOTİK FARKINDALIK GÜNÜ

Dr.Engin SEBER Sen Jorj Hast HEKK Bşk.

Değerli Meslekdaşlarım,

18-24 Kasım ‘Dünya Antibiyotik Farkındalık Günü‘dür. Her gün yeni hastalık ile birlikte, Antibiyotikler artık bizlere eskisi gibi yardımcı olmuyorlar. Mikroorganizmalar daha doğrusu bakteriler; gün geçtikçe antibiyotiklere direnç kazanarak tedavi olanaklarımızı zorluyorlar. Nedeni bizler, hekimler, veterinerler, tıbbi sanayi, birçokları… Antibiyotikleri yanlış kullanmamız, rasyonel kullanamamamız. 1940’larda penicilinle yaşamımıza giren antibiyotikler

sayesinde son 75 yılda ortalama insan ömrünün uzadığı, milyonlarca hayatın kurtulduğu biliniyor. Bir bakterinin bir antibiyotiğe dirençli hale gelmesi, artık o antibiyotiğin o bakterinin yol açtığı infeksiyonların tedavisinde kullanılamayacağı anlamına geliyor.

Günümüzde dirençli bakteriler nedeniyle yılda yaklaşık 700 bin kişi hayatını kaybediyor. Dirençli bakteriler ekonomik kayıplara da yol açıyor. Avrupa’dan yayımlanan bir raporda sadece AB ülkeleri için dirence bağlı maliyetin –işgücü kayıpları dahil- yılda 1.5 milyar avro olduğu belirtildi. 2016 yılında İngiltere’de yayımlanan bir raporda 2050 yılında en sık görülen ölüm nedeninin dirençli bakteri infeksiyonları olacağı vurgulanmakta. Hatta her üç saniyede bir kişinin direnç nedeniyle öleceği ve 2050 yılında 10 milyon kişinin bu nedenle kaybedilebileceği belirtilmekte. Türkiye, OECD ülkeleri arasında kişi başına antibiyotik tüketiminin en fazla olduğu ülke. On reçetenin en az üçünde antibiyotik olduğu biliniyor. Bu yoğun tüketimin sonucu olarak da direnç oranları diğer ülkelere kıyasla oldukça yüksek. Üstelik direnç sadece hastanelerde değil toplumda gelişen basit infeksiyonlarda da tedavi güçlüğüne neden oluyor. Türkiye’de artık antibiyotikler reçetesiz verilmiyor. Bu gereksiz antibiyotik kullanımını azaltmak için çok önemli ve gerekli. Sadece direnç gelişimi açısından değil ilaçların yan etkileri, gereksiz maliyet gibi sıkıntıları azaltmak açısından da önemli. Ancak ne yazık ki antibiyotiklerin yan etkileri de olabilen ciddi ilaçlar olduğunu bilmeyen çok sayıda vatandaşımız reçeteye antibiyotik yazmaları konusunda hekim arkadaşlarımızdan talepte bulunuyor. Unutulmamalı ki akut infeksiyonların özellikle solunum yolu infeksiyonlarının %80-90’ı viruslardan kaynaklanır. Antibiyotikler viruslara etki etmez, antibiyotikler ateş düşürücü de değildir. Bağışıklık sistemini güçlendirmezler tersine vücuttaki faydalı bakterileri de öldürerek bağışıklık sistemini zayıflatırlar. Bu yüzden doktor önermedikçe kesinlikle antibiyotik kullanılmamalıdır.

ANTİBİYOTİK ÖNCESİ YILLARA DÖNÜYORUZ

1940 yılından önce en iyi, en hijyenik hastanelerde doğum yapan 100 kadından bir tanesi infeksiyon nedeniyle kaybediliyordu veya akciğer infeksiyonu yani zatürre on çocuktan birinin hayatını kaybetmesine yol açıyordu. Günümüzde polikliniğe gelen ve basit sayılabilecek infeksiyonu olan bir hastaya tablet şeklinde bir antibiyotik vermekte artık zorlanıyoruz. Hastanede, yoğun bakım ünitelerinde yatan bazı hastalarımız için ise tıpkı 1940’lı yıllardan önce olduğu gibi antibiyotik seçeneğimiz olmaksızın tedavi etmeye çalışıyoruz çünkü bakterilerin bazıları elimizdeki tüm antibiyotiklere dirençli. Yeni geliştirilen antibiyotiklerin sayısı çok az, çok pahalı ve yan etkisi yüksek ilaçlar. Bakteriler gen aktarımı yoluyla direnci birbirine bulaştırıyor ve doğada bu direnç genleri sürekli olarak birikiyor. Dolayısıyla antibiyotikleri doğru, akılcı kullanmazsak yeni antibiyotiklerin geliştirilmesi de çözüm olamayacak ve antibiyotik öncesi yıllara döneceğiz. Uzun zamandan beri COVİD19-SARS2 tehdidi ve uğraşısı içinde olsakta, tedavide, profilakside akılcı antibiyotik kullanılmasının göz ardı edilmemesi hatırlatmalarımla tüm meslektaşlarıma sağlık , esenlikler dilerim…

Dr. Engin SEBER 19 Kasım 2020

ALMANYA BAŞKONSOLOS’U JOHANNES REGENBRECHT HASTANEMİZİ ZİYARET ETTİ

Almanya Başkonsolos’u Johannes Regenbrecht hastanemizi ziyaret etti. “gk.istanbul” isimli instagram hesabından paylaştığı “post” un içeriği şu şekilde:

Başkonsolos Johannes Regenbrecht Özel Sen Jorj Avusturya Hastanesini ziyaret etti. Galata Kulesi’nin çok yakınında bulunan hastanenin hikayesi, 1872 yılında baş gösteren kolera salgınında Avusturya’dan iki rahibenin hastaları tedavi etmek için İstanbul’a gelmesiyle başladı. Günümüzde Özel Sen Jorj Avusturya Hastanesi, yılda 60.000’den fazla hastanın tedavi gördüğü polikliniği ve üç yatan hasta bölümü ile kapsamlı bir tıbbi hizmet sağlamaktadır.

Hastane yönetimi ile gerçekleştirdiğimiz ilginç sohbetimizin merkezinde COVID aşıları ve hastanenin, ihtiyaç sahibi kişilerin tıbbi tedavilerine yönelik devam ettirdiği olağanüstü çalışmaları oldu. Sen Jorj Avusturya Hastanesinin adanmış ekibi çok sayıda yardıma muhtaç mülteciyi ve yoksullukla boğuşan kişiyi ücretsiz bir şekilde tedavi ediyor. Almanya Dışişleri Dairesi, salgınla mücadele ve tedarik zincirinde olası darlıkların önlenmesi kapsamında bu olağanüstü çalışmaya geçtiğimiz Kasım ayında Covid-19 özel yardım fonlarından 420.000 TL destek sağladı.”

“Generalkonsul Johannes Regenbrecht besuchte das Österreichische St. Georgs-Krankenhaus Istanbul. Das im Schatten des Galata-Turms gelegene Haus geht auf die Choleraepidemie 1872 zurück, als zwei Ordensschwestern aus Österreich nach Istanbul kamen, um bei der Pflege von Kranken zu helfen. Heute stellt das Österreichische St. Georgs – Krankenhaus mit seiner umfangreichen Poliklinik mit mehr als 60.000 Patienten im Jahr sowie drei stationären Abteilungen eine umfassende medizinische Versorgung sicher.

Im Mittelpunkt unseres interessanten Gesprächs mit der Leitung des Krankenhauses standen die Impfungen gegen die COVID-Pandemie und das herausragende Engagement des Hospitals bei der medizinischen Versorgung bedürftiger Menschen. So behandelt das engagierte Team von St. Georg zahlreiche hilfsbedürftige Geflüchtete und in Armut geratene Menschen kostenfrei. Diese tolle Arbeit hat das Auswärtige Amt im November 2020 mit Covid-19 Sonderhilfen über 420.000 TL zur Bekämpfung der Pandemie und Vermeidung von Engpässen bei der Versorgung unterstützt.”

Instagram paylaşımına buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.

AVUSTURYA HASTANESİ VE SAINT BENOIT LİSESİ ARASINDAKİ İŞBİRLİĞİ

AVUSTURYA HASTANESİ VE SAINT BENOIT LİSESİ ARASINDAKİ İŞBİRLİĞİ

Saint Benoît Lisesi’nin Fen Öğretimine Verilen Önem Politikası kapsamında, okul idaresi Avusturya Hastanesi iş birliği ile, hastane ortamında staj yapma imkanı sunuyor.
Bu staj, bu meslekteki kuralları ve alışkanlıkları bir araya getirerek, hastanedeki düzenlemeyi keşfetmek, motivasyonu ölçmek ve bilgi edinmek için ideal bir staj.

Öğrencilerimiz Avusturya Hastanesi Genel Müdürü Burcu Işıksaçar ile bir araya gelerek, bu profesyonel stajın içeriği hakkında fikir alışverişinde bulundular.

Daha sonra yaz stajları konusunda hastane ve okul arasında 2014’te imzalan anlaşma yenilendi.

Stajın ilgi çekici amaçları bulunuyor  :

  • Tıp dünyasını, moleküler biyolojiyi ve/veya genetiği keşfetmek.
  • Üniversite rehberliğinden önce öğrencileri bilgilendirmek.
  • Bu staj, üniversite eğitimlerini tıp, moleküler biyoloji veya genetik dallarında yapmak isteyen Lise 3 öğrencilerine yöneliktir.
  • Amacımız, öğrencilere sadece üniversite rehberliği yapmak değil, aynı zamanda da aşağıda belirtilen hususları sağlamaktır :
    – Öğrencilerin tıp ve sağlık alanındaki çalışmalara karşı duyarlılıklarını arttırmak ve onlara bu sektör ile ilgili genel bir bakış açısı vermek
    – Deneyimden ve pratikten faydalanmak
    – Öğrencilerin “kendi kendilerinin rehberleri” olmalarına yardımcı olmak.

Bu amaçla Avusturya Hastanesi’nde bir hafta süreyle yapılacak olan stajda stajyerler, aşağıda belirtilen hususlarda eğitim alacaklardır :

  • Hastane içerisindeki çalışma ortamı
  • Sağlık sektöründe çalışanlarla görüşme
  • Hastane ortamını bilen kişilerle görüşme
  • Sağlık sektöründe kullanılan teknoloji, cihazlar ve aygıtlar
  • Sağlık sektöründeki sorumlular kimler ve nasıl bir hiyerarşi var ?

Staj programı :

  1. gün : Servis ve klinik çalışması
    2. gün : Poliklinik çalışması
    3. gün : Biyokimya laboratuvarı ve radyoloji bölümü
    4. gün : Endoskopi ve küçük müdahaleler
    5. gün : Ameliyathane ve yoğun bakım

Öğrencilerle birlikte belirlenen kurallar :

  1. Hastane’deki genel kurallara uymak
    Mesai saatlerine uymak
    3. Yaşadıkları deneyimleri ve temel kazanımlarını anlatan bir staj raporu hazırlamak
    Stajyerler stajları süresince gördükleri iki olumlu noktayı ve geliştirilmeye açık 2 noktayı, önerdikleri eylem planı ile birlikte bu raporda belirtmelidirler.

Detaylı bilgi için tıklayınız!..