GÖZ TANSİYONU (GLOKOM) ANLAMI, BELİRTİLERİ VE TEDAVİSİ

Glokom, gözdeki optik sinirin hasar görmesine neden olan ve ilerleyici görme kaybına yol açabilen bir göz hastalığıdır. Bu hastalık sinsi bir şekilde ilerleyebilir ve semptomlar genellikle başlangıçta fark edilmez. Ancak, erken teşhis ve tedavi önemlidir çünkü görme kaybına neden olabilir ve kalıcı hasara yol açabilir. Bu makalede, göz tansiyonunun ne olduğu, belirtileri ve tedavi yöntemleri hakkında ayrıntılı bilgiler bulacaksınız.

 

Glokomun Anlamı ve Tipik Belirtileri

Glokom, göz içindeki sıvının normalden daha yüksek bir basınca neden olması sonucu oluşur. Bu durum, optik sinir üzerindeki baskıyı artırır ve zamanla sinir liflerinde hasara yol açar. Glokomun tipik belirtileri arasında şunlar bulunabilir:

  1. Görme Alanında Daralma: Genellikle başlangıçta yan görme alanında daralmaya yol açar. Hastalar, önlerinde veya yanlarında bulunan nesneleri görmekte zorlanabilirler.
  2. Baş Ağrısı veya Bulanık Görme: Bazı hastalar baş ağrısı, bulanık görme veya gözde ağrı gibi belirtiler yaşayabilirler.
  3. Işığa Duyarlılık: Gözlerdeki ışığa karşı artan hassasiyet, başka belirti olabilir.
  4. Gözde Kızarıklık ve Ağrı: İlerledikçe, gözde kızarıklık ve ağrı gibi belirtiler ortaya çıkabilir.

Ancak, glokomun erken aşamalarında genellikle belirgin semptomlar olmaz. Bu nedenle, düzenli göz muayeneleri glokomun erken teşhisi için kritik öneme sahiptir.

 

Tedavisi ve Yönetimi

Glokomun tedavisi, hastanın durumunun ciddiyetine ve tipine bağlıdır. Tedavi seçenekleri arasında şunlar bulunabilir:

  1. Göz Damlaları: Çoğu vaka, göz içi basıncını azaltmak için göz damlaları kullanılarak kontrol altına alınabilir. Bu damlalar, gözdeki sıvı üretimini azaltarak veya akışını artırarak etki edebilir.
  2. Oral İlaçlar: Bazı durumlarda, doktorlar oral ilaçlar reçete edebilirler. Bu ilaçlar genellikle göz içi basıncını düşürmeye yardımcı olur.
  3. Lazer Tedavisi: Lazer trabeküloplasti veya trabekülotomi gibi prosedürler, göz içi sıvının daha iyi drenajını sağlamak için kullanılabilir.
  4. Cerrahi Müdahale: İlaçlar ve diğer tedavi seçenekleri etkisiz ise, doktorlar bazen glokomu tedavi etmek için cerrahi müdahale önerirler. Bu prosedürler genellikle göz içi sıvının drenajını artırmayı veya yeni bir drenaj kanalı oluşturmayı amaçlar.

Tedavi, multidisipliner bir yaklaşım gerektirir ve hastaların düzenli olarak göz doktorlarıyla iletişim halinde olmaları önemlidir. Erken teşhis ve tedavi, ilerlemeyi durdurabilir ve kalıcı görme kaybını önleyebilir.

 

Sonuç

Glokom, sinsi bir şekilde ilerleyebilen ancak erken teşhis ve tedavi ile kontrol altına alınabilen bir göz hastalığıdır. Belirtileri genellikle başlangıçta fark edilmez, bu nedenle düzenli göz muayeneleri önemlidir. Tedavi, çeşitli yöntemleri içerebilir ve hastaların durumlarına en uygun tedavi planını belirlemek için göz doktorlarıyla işbirliği yapmaları önemlidir. Tedavi edilmez ise kalıcı görme kaybına neden olabilir, bu nedenle hastaların semptomları fark etmeleri durumunda hemen tıbbi yardım almaları önemlidir.

 

Daha fazla makale için Blog Sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.

Farklı kaynaklar için Buraya tıklayabilirsiniz.

ANTİMİKROBİYAL DİRENCİ FARKINDALIK HAFTASI

ANTİMİKROBİYAL DİRENCİ FARKINDALIK HAFTASI

Dünya Sağlık Örgütü DSÖ tarafından 18-24 Kasım tarihleri “Antimikrobiyal Direnci Farkındalık Haftası” olarak belirlenmiştir. Bu yılki tema, “Antibiyotik direncinin birlikte önlenmesi” olarak bildirilmiştir.
Antimikrobiyal dirençli hatta çoklu ilaca dirençli mikroorganizmalar sağlık hizmetiyle ilişkili enfeksiyonlardan sorumlu olarak bilinmekle birlikte, bunlar aynı zamanda hastane dışındaki hastalardaki enfeksiyonlardan da sorumludur. Ayrıca sağlıklı bireylerin normal bakteri florasının bir parçası olarak da bulunabilecekleri gibi; çevrede, evcil hayvanlarda, gıda üreten hayvanlarda ve bazen de gıdalarda da bulunabilirler. Antibiyotiklerin insanlarda, evcil ve çiftlik hayvanlarında ve tarımda yanlış kullanımı da dahil olmak üzere birçok faktör dünya çapında antibiyotiklerin direnç tehdidini artırmaktadır. Dahası antibiyotik direncinin yaygın olduğu bir ülkeye seyahat eden kişiler, sağlık hizmetleriyle temas kurmadan bile çoklu ilaca dirençli bakteriler tarafından kolonize olarak geri dönebilirler. Tüm bu nedenlerle antimikrobiyal dirençli mikroorganizmalar için ekolojik alan giderek genişlemektedir.
Araştırma ve geliştirme sürecinde dirençli mikroorganizmalara karşı potansiyel olarak etkinliğe sahip olabilecek ve önümüzdeki 2050 yıla kadar yeni antibiyotiklerin kısıtlı bulunması nedeni ile bakteriyel enfeksiyonlardan büyük ölümler olabilecektir. Hatta modern tıbbın, enfektif komplikasyonları veya infeksiyonları önlemek için, yoğun bakım ünitelerinde hasta takibi, organ nakilleri, kanser kemoterapisi, erken doğmuş bebeklerin bakımı ve hatta kalça veya diz protezi gibi yaygın cerrahi prosedürlerin uygulanması bile mümkün olmayacak hale gelebilecektir. Antibiyotik dirençli mikroorganizmaların ortaya çıkmasına ve seleksiyonuna katkıda bulunan antimikrobiyallerin , yalnızca ihtiyaç duyulduğunda, doğru dozda, doğru doz aralıklarında ve doğru sürede, gıda üreten hayvanlarda antimikrobiyal kullanımının yakın takibi ve kontrolü, el hijyenine uyumun artırılması, tarama, izolasyon vb. dahil olmak üzere antimikrobiyal dirençli mikroorganizmaların çapraz bulaşmasının kontrolüne yönelik hijyenik önlemlerin (infeksiyon kontrolü) iyi uygulanması gibi birçok önlemle bu genişlemeyi kontrol altına almak ancak mümkün olacaktır.
Antimikrobiyal direncinin daha fazla ortaya çıkmasını ve yayılmasını önlemek için halk, sağlık çalışanları ve politika yapıcılar arasında en iyi uygulamalar teşvik etmek ve bunlara yönelik çalışmalar planlanmak görevimiz olmalıdır.

Engin SEBER

Hasta Enfeksiyon Komitesi Kurulu Başkanı

 

Diğer yazılarımız için BURAYA tıklayabilirsiniz.

Sağlık Bakanlığı’nın “Akılcı Antibiyotik Kullanımı” kamu spotunu izlemek için BURAYA tıklayabilirsiniz.

 

DOLGU VE BOTOKS: GENÇ VE CANLI BİR CİLT İÇİN ESTETİK ÇÖZÜMLER

dolgu ve botoks

Günümüzde estetik ve güzellik alanında sağlanan büyük ilerlemeler sayesinde, yaşlanma belirtileriyle mücadelede en popüler yöntemler arasında dolgu ve botoks uygulamaları bulunmaktadır. Hem kadınlar hem de erkekler arasında popülerlik kazanan bu estetik çözümler, güvenli ve etkili bir şekilde yaşlanma belirtileriyle mücadele etmeye yardımcı olmaktadır.

Dolgu Nedir?

Dolgu, cilt altındaki hacmi artırmak ve kırışıklıkları, çizgileri ve yara izlerini azaltmak amacıyla kullanılan bir estetik prosedürdür. Yaşlanma süreciyle birlikte ciltteki doğal dolgunluk azalır, elastikiyet kaybolur ve kırışıklıklar ortaya çıkar. Dolgu maddeleri, genellikle hyaluronik asit, kalsiyum hidroksiapatit, poli-L-laktik asit veya polimetil metakrilat gibi maddeler içerir. Bu maddeler, cilt altına enjekte edildiğinde, deriyi dolgunlaştırarak kırışıklıkların azalmasına ve cilde gençlik ve canlılık kazandırılmasına yardımcı olur.

Dolgu Nasıl Uygulanır?

Dolgu uygulaması, deneyimli bir estetik cerrah veya dermatolog tarafından ofis ortamında gerçekleştirilir. İşlem sırasında, öncelikle uygulama alanı temizlenir ve uyuşturulur. Ardından, dolgu maddesi ince bir iğne veya kateter ile cilt altına enjekte edilir. Uygulama süresi genellikle 15 ila 30 dakika arasındadır ve hastalar hemen sonuçları görmeye başlarlar.

Dolgu Kimlere Uygulanır?

Dolgu işlemi, yaşlanma belirtileriyle mücadele etmek isteyen genç ve orta yaşlı yetişkinlere yöneliktir. Ciltteki kırışıklıkları ve çizgileri azaltmak, dudakları dolgunlaştırmak, yanaklara hacim kazandırmak ve çene çizgisini düzeltmek gibi çeşitli amaçlarla kullanılır. Aynı zamanda yara izlerini ve ciltteki diğer düzensizlikleri düzeltmek için de tercih edilebilir.

Dolgunun Faydaları Nelerdir?

  • Kırışıklıkları Giderme: Dolgu maddeleri, cildin altındaki hacmi artırarak kırışıklıkların ve çizgilerin görünümünü azaltır.
  • Dudakları Dolgunlaştırma: İnce dudakları olanlar, dolgu uygulaması sayesinde daha dolgun ve çekici dudaklara sahip olabilirler.
  • Yanaklara Hacim Kazandırma: Yaşlanma süreciyle birlikte yanaklardaki dolgunluk azalabilir. Dolgu uygulaması, yanaklara hacim kazandırarak yüzün daha genç ve canlı görünmesini sağlar.
  • Çene Hattını Düzeltme: Sarkan bir çene hattı, yaşlı bir görünüm yaratabilir. Dolgu maddeleri, çene hattını düzelterek yüz hatlarını belirginleştirir.
  • Kısa Süreli ve Etkili: Dolgu işlemi hızlı ve etkilidir. Hastalar, kısa sürede günlük aktivitelerine geri dönebilirler ve sonuçları hemen fark ederler.
  • Daha Az Riskli: Dolgu maddeleri genellikle ciltle uyumlu ve vücut tarafından iyi tolere edilen maddelerdir, bu nedenle alerjik reaksiyon riski düşüktür.

Botoks Nedir?

Botoks, Clostridium botulinum adlı bakteriden elde edilen botulinum toksini adlı bir proteini içeren bir enjeksiyon tedavisidir. Yüz kaslarını geçici olarak felç ederek kırışıklıkları azaltır ve cilde daha genç ve dinlenmiş bir görünüm kazandırır.

Botoks Nasıl Uygulanır?

Botoks uygulaması, deneyimli bir sağlık uzmanı tarafından gerçekleştirilir. Prosedür sırasında, botulinum toksini, ince bir iğne yardımıyla belirli yüz bölgelerine enjekte edilir. Enjeksiyonlar, yüz kaslarının geçici olarak felç olmasına neden olur, böylece kırışıklıkların ve çizgilerin görünümü azalır.

Botoks Kimlere Uygulanır?

Kırışıklıkların belirgin olduğu alın, göz çevresi ve kaş arası gibi bölgelerde etkili bir şekilde kullanılır. Aynı zamanda aşırı terleme sorunu olan kişiler için de tercih edilebilir.

Botoks’un Faydaları Nelerdir?

  • Kırışıklıkları Azaltma: Botoks, yüz kaslarının geçici olarak felç edilmesiyle kırışıklıkların azaltılmasına yardımcı olur.
  • Genç ve Dinlenmiş Bir Görünüm: Botoks uygulaması sayesinde cilt daha genç ve dinlenmiş bir görünüm kazanır.
  • Migren Tedavisi: Botoks, migren tedavisinde de kullanılabilir ve migren ataklarını azaltmaya yardımcı olabilir.
  • Aşırı Terlemeyi Azaltma: Botoks, aşırı terleme sorunu yaşayan kişilerde terleme miktarını azaltabilir.

Sonuç olarak, dolgu ve botoks gibi estetik çözümler, yaşlanma belirtileriyle mücadele etmek isteyenler için etkili ve güvenli seçenekler sunar. Bu işlemleri yaptırmadan önce, bir uzmanla görüşmek ve doğru tedavi seçeneğini belirlemek önemlidir.

 

Randevu almak için BURAYA tıklayabilirsiniz.

Farklı bilgi yazılarımızı okumak için BURAYA tıklayabilirsiniz.

10 ADIMDA İNFLUENZA’DAN KORUNMA YOLLARI

10 ADIMDA İNFLUENZA'DAN KORUNMA YOLLARI

Halk arasında grip olarak bilinen influenza; influenza virüsünün neden olduğu oldukça bulaşıcı bir solunum yolu hastalığıdır. Özellikle yaşlı yetişkinler, küçük çocuklar ve altta yatan belirli sağlık sorunları olan kişiler gibi savunmasız popülasyonlarda ciddi komplikasyonlara, hastaneye yatışlara ve hatta ölüme yol açabilir. Kendinizi ve sevdiklerinizi korumak için grip aşısı olmak, hijyen kurallarına dikkat etmek, grip belirtilerini ve semptomlarını bilmek gibi önleyici tedbirler almak önemlidir.

İNFLUENZA’DAN KORUNMA YOLLARI NELERDİR?

  1. Grip aşısı olun. Grip aşısı influenzadan korunmanın en etkili yoludur. Sizi grip virüsünün en yaygın suşlarından korumaya yardımcı olur ve ciddi komplikasyon riskini azaltır. Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC), 6 aylık ve daha büyük herkesin her yıl grip aşısı olmasını önermektedir.
  2. Hijyen kurallarını uygulamaya özen gösterin. Gribin yayılmasını önlemek için hijyen şarttır. Bu, özellikle hasta biriyle temas ettikten veya kapı kolları ve ışık anahtarları gibi yüksek temas yüzeylerine dokunduktan sonra ellerinizi sık sık en az 20 saniye sabun ve suyla yıkamayı içerir. Mikropların yayılmasını önlemek için yüzünüze, özellikle gözlerinize, burnunuza ve ağzınıza dokunmaktan kaçının.
  3. Grip belirti ve semptomlarını bilin. Grip; ateş, öksürük, boğaz ağrısı, burun akıntısı veya tıkanıklığı, kas veya vücut ağrıları, baş ağrıları, yorgunluk ve bazen kusma veya ishal gibi çok çeşitli semptomlara neden olabilir. Bu semptomlardan herhangi birini yaşarsanız, gribin yayılmasını önlemek için evde kalmanız ve başkalarıyla temastan kaçınmanız önemlidir.
  4. Hasta olduğunuzda evde kalmaya dikkat edin. Grip benzeri semptomlarınız varsa, evde kalmanız ve başkalarıyla temastan kaçınmanız önemlidir. Bu, gribin başkalarına yayılmasını önlemeye yardımcı olacaktır. Ateşiniz varsa, ateş düşürücü ilaç kullanmadan en az 24 saat ateşiniz düşene kadar evde kalmanız önemlidir.
  5. Yaşam alanlarınızı temiz tutun. Kapı kolları, ışık anahtarları, uzaktan kumandalar ve cep telefonları gibi sık dokunulan yüzeyleri ve nesneleri temizleyin ve dezenfekte edin. Yüzeyleri temizlemek için bir ev temizleme spreyi kullanın veya silin.
  6. Bolca dinlenin. Bolca dinlenmek genel sağlığınız için önemlidir ve vücudunuzun griple savaşmasına da yardımcı olur. Her gece en az 7-8 saat uyuduğunuzdan emin olun ve geç kalkmaktan veya çok erken kalkmaktan kaçının.
  7. Aktif kalın. Düzenli fiziksel aktivite, bağışıklık sisteminizi güçlendirmeye yardımcı olur ve vücudunuzun griple savaşmasını kolaylaştırır. Haftanın çoğu gününde tempolu yürüyüş veya bisiklete binme gibi en az 30 dakika orta yoğunlukta fiziksel aktivite yapmayı hedefleyin.
  8. Sağlıklı beslenin. Sağlıklı bir diyet yapmak, güçlü bir bağışıklık sistemini korumak için gereklidir. Diyetinize çeşitli meyveler, sebzeler, kepekli tahıllar, yağsız proteinler ve sağlıklı yağlar ekleyin. Bağışıklık sisteminizi zayıflatabilecekleri için şekerli ve işlenmiş gıdalardan kaçının.
  9. Stresi yönetin. Stres bağışıklık sisteminizi zayıflatabilir ve sizi gribe karşı daha duyarlı hale getirebilir. Yoga, meditasyon veya derin nefes alma gibi aktivitelerle stresi yönetmeye çalışın.
  10. Gerekirse tıbbi yardım alın. Şiddetli semptomlarınız varsa veya grip komplikasyonları açısından yüksek risk altındaysanız, tıbbi yardım alın. Doktorunuz, hastalığınızın süresini kısaltmaya ve komplikasyon riskini azaltmaya yardımcı olabilecek antiviral ilaçlar reçete edebilir. Bu tavsiyelere uyarak kendinizi ve sevdiklerinizi gripten koruyabilirsiniz. Grip aşısı olmayı, hijyen kurallarına uymayı ve gribin belirtilerini ve semptomlarını bilmeyi unutmayın. Grip olursanız evde kalın!

İnfluenza hakkında daha fazla bilgi almak için BURAYA tıklayabilirsiniz.

Diğer yazılarımıza BURAYA tıklayarak ulaşabilirsiniz.

VEREM, TÜBERKÜLOZ NEDİR? NASIL TEDAVİ EDİLİR?

VEREM, TÜBERKÜLOZ NEDİR? NASIL TEDAVİ EDİLİR?

Verem diğer adıyla (tüberküloz), öncelikle akciğerleri etkileyen ve potansiyel olarak yaşamı tehdit eden ciddi bir enfeksiyondur. Hasta bir kişi öksürdüğünde, hapşırdığında veya konuştuğunda hava yoluyla kişiden kişiye yayılan Mycobacterium tuberculosis bakterisinden kaynaklanır. Tüberküloz, vücudun herhangi bir bölümünü etkileyebilmesine rağmen, en sık akciğerleri etkiler.

Tüberküloz semptomları arasında üç hafta veya daha uzun süren inatçı öksürük, göğüs ağrısı, öksürükten kan gelmesi, yorgunluk, kilo kaybı, ateş ve gece terlemeleri sayılabilir. Tüberküloz tedavi edilmezse ölümcül olabilir.

Tüberküloz; en yaygın olarak yüksek yoksulluk oranlarının olduğu ülkelerin yanı sıra yüksek HIV yükü olan ülkelerde bulunur. Bununla birlikte, tüberküloz dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelebilir ve bakterilere maruz kalan herkes tüberküloza yakalanabilir.

Tüberkülozun iki çeşidi vardır: gizli tüberküloz ve aktif tüberküloz. Gizli tüberküloz; bir kişinin verem bakterisi ile enfekte olduğu, ancak bakterilerin uykuda olduğu ve herhangi bir belirtiye neden olmadığı zamandır. Aktif tüberküloz ise; bakterilerin aktif olarak çoğaldığı ve semptomlara neden olduğu zamandır.

VEREM NASIL TEDAVİ EDİLİR?

Tüberküloz; antibiyotik kombinasyonu ile tedavi edilebilir ve tedavi genellikle altı ila dokuz ay sürer. Enfeksiyondan tamamen kurtulmak ve ilaca dirençli verem gelişimini önlemek için tüm tedavi sürecini bitirmek önemlidir. Tüberkülozun yayılmasını önlemek için, öksürürken veya hapşırırken ağzınızı ve burnunuzu kapatmak ve ellerinizi sık sık yıkamak gibi hijyen uygulamaları önemlidir. Tüberkülozlu biriyle yakın temasta bulunduysanız, enfekte olup olmadığınızı görmek için test yaptırmanız önemlidir. Verem aşısı; Bacille Calmette-Guérin (BCG) aşısı gibi tüberkülozu önlemeye yardımcı olan aşılar mevcuttur. BCG aşısı tüm ülkelerde mevcut değildir ve yetişkinlerde veremi önlemede her zaman etkili değildir. Bununla birlikte, küçük çocuklarda şiddetli veremi önlemeye yardımcı olabilir ve yüksek tüberküloz yükü olan bölgelerdeki çocuklar için önerilir.

Tüberküloz hastası olabileceğinizi düşünüyorsanız, mümkün olan en kısa sürede bir sağlık uzmanına görünmeniz önemlidir. Erken teşhis ve tedavi, veremin yayılmasını önlemeye yardımcı olabilir ve hayat kurtarabilir.

Yoksulluk, evsizlik ve yetersiz barınma sorunu gibi tüberkülozun yayılmasına katkıda bulunan sosyal ve ekonomik faktörlerin ele alınması da önemlidir. Bu sorunların ele alınması, verem yükünün azaltılmasına ve nüfusun genel sağlığının iyileştirilmesine yardımcı olabilir.

Sonuç olarak, tüberküloz herkesi etkileyebilecek ve potansiyel olarak yaşamı tehdit eden ciddi bir enfeksiyondur. Tüberküloz olabileceğinizi düşünüyorsanız, iyi hijyen uygulamanız, aşı olmanız ve tıbbi tedavi almanız önemlidir. Tüberkülozun yayılmasına katkıda bulunan sosyal ve ekonomik faktörlerin ele alınması da bu hastalıkla mücadelede önemlidir.

Diğer yazılarımızı okumak için BURAYA tıklayınız.

Daha fazla bilgi almak için BURAYA tıklayabilirsiniz.

SERVİKS, RAHİM AĞZI KANSERİ VE TEDAVİSİ

SERVİKS, RAHİM AĞZI KANSERİ VE TEDAVİSİ

Serviks (Rahim Ağzı) Kanseri farkındalık ayı, insanları bu kanser için test yaptırma ve önleme konusuna dikkat çekmek için belirlenmiştir. Bu kanser türü, rahmin vajinaya bağlanan alt kısmı olan rahim ağzını etkiler. Oldukça önlenebilir ve tedavi edilebilir bir kanserdir, ancak ne yazık ki dünya çapında hala birçok kadında görülmektedir.

Rahim Ağzı Kanseri Neden Oluşur?

Rahim ağzı kanserine, cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyon olan belirli insan papilloma virüsü (HPV) türleri neden olur. HPV’ye karşı koruma sağlayabilen ve kanser riskini azaltabilen aşılar mevcuttur. Dünya Sağlık Örgütü rahim ağzı kanserine karşı 9-13 yaşlarındaki kız çocuklara aşı yapılmasını önermektedir. Ancak 9 yaşından itibaren ve 26 yaşına kadar da yapılabilir. Aşıyı cinsel olarak aktif hale gelmeden önce yaptırmak önemlidir. Çünkü en etkili olduğu zaman, HPV’ye maruz kalmadan önce bu yaşlardır. Bu kanserin meydana gelmesi için sigara içmek, birden fazla cinsel partnere sahip olmak ve zayıf bir bağışıklık sistemine sahip olmak gibi çeşitli risk faktörleri vardır. Cinsel aktivite sırasında prezervatif kullanmak, HPV kapma ve kanserin gelişme riskini azaltabilir. HIV, AIDS gibi bir hastalığa sahip veya bağışıklık sistemini zayıflatan ilaçlar alan kadınlar da rahim ağzı kanseri için yüksek risk altında olabilir.

Teşhis ve Tedavi Yöntemleri

Kanserin erken tedavi edilebilir olduğu evrelerinde tespit edebilen tarama testleri de vardır. En yaygın tarama testi, Pap smear olarak da adlandırılan Pap testidir. Pap testi sırasında hücreler serviksten toplanır ve incelenmek üzere bir laboratuvara gönderilir. 21 ila 65 yaşları arasındaki kadınların her 3 ila 5 yılda bir Pap testi yaptırması önerilir. 65 yaş üstü histerektomi (rahmin alınması) geçirmiş kadınların, geçmişte normal test sonuçları varsa Pap testi yaptırmaları gerekmeyebilir.

Kadınların olağandışı değişiklik veya semptomlara karşı vücutlarını düzenli olarak kontrol etmeleri önemlidir. Rahim ağzı kanseri belirtileri; vajinadan anormal kanama veya akıntı, seks sırasında ağrı ve pelvik ağrı içerebilir. Bu semptomlardan herhangi birini yaşarsanız, mümkün olan en kısa sürede bir jinekoloji uzmanına görünmeniz önemlidir.

Rahim ağzı kanseri erken evrelerinde farkedilirse genellikle kolayca tedavi edilebilir. Tedavi seçenekleri cerrahi, radyasyon tedavisi ve kemoterapiyi içerebilir. Tedavi tipi, kanserin evresine ve hastanın genel sağlığına bağlıdır.

Sonuç olarak ocak ayı, insanları rahim ağzı kanseri için test yaptırmanın ve kanseri önlemenin önemi konusunda farkındalık yaratma ve bilgilendirme zamanıdır. HPV aşısı ve düzenli Pap testleri yaptırmak kanserin gelişme riskini büyük ölçüde azaltabilir. Rahim ağzı kanserinin risk faktörlerinin ve semptomlarının farkında olmanız ve herhangi bir endişeniz varsa bir sağlık uzmanına görünmeniz de önemlidir. Bu adımları atarak rahim ağzı kanserinin artık kadın sağlığı için bir tehdit olmaması için çalışabiliriz.

Sağlık ile ilgili diğer blog yazılarımıza BURAYA tıklayarak erişebilirsiniz.

Daha fazla bilgi için BURAYA tıklayabilirsiniz.

COVID-19 GÜNCEL DURUM

COVİD-19 GÜNCEL DURUM

Covid-19 yaklaşık iki yıldan beri bütün toplumumuzu ve dünyadaki toplumları oldukça hasta etti. Hasta olanların bir çoğunda kalıcı hasar bıraktı. Bu hasarlar içerisinde en hafifinden unutkanlık, uzamış akciğer hastalıkları, böbrek hastalıkları, kalp hastalıkları devam etmektedir. Covid-19 hastalığı hala toplumları bırakmadı, varyantları ile varlığını sürdürmekte. Bunun yanında bu sonbahardan itibaren ve bulunduğumuz aylarda pandemiye alışmış toplumu bezdiren, bilinen virüs ve bakteriyel hastalıklar sıkça görülmeye başlandı. En önemlileri influenza A/B (mevsimsel grip), RSV( Respiratuvar Sinsisyal Virüs) ve bunun yanında 200’den fazla Rhinovirüsler, ek olarak bakteriyel etkenlerden A grubu Beta Hemolitik Streptokoklar ve diğerleri üst solunum yollarında benzer enfeksiyonlar meydana getirmektedir. Bu etkenler içerisinde influenza A/B ve RSV ağır hastalık ve pandemiler yaparak ölümlere neden olabilmektedir.

 

Covid-19 ve Soğuk Algınlığı

Soğuk algınlığı virüsleri hariç diğer virüs enfeksiyonlarında ortak semptomlar ateş, vücut kırıklığı, halsizlik, burun akıntısı, baş ağrısı, öksürük, geniz akıntısı ile kendini göstermekte. Bu üçlü, dörtlü enfeksiyon epidemisi içersinde hangi etkenle hastalığa yakalandığınızı bilmeniz çok zor. Ancak hekim muayenesi ve hekimin kullandığı ayırıcı testlerle hastalık tanısı konulabilmekte. Bu kadar karmaşa içerisinde toplumların ve kişilerin hastalanması bedensel yıkım ile birlikte kronik hastalıklar, ölümler, ekonomik, sosyal, psikolojik sorunları da beraberinde getirmektedir. Bu gibi enfeksiyon hastalıklarında hastalığa yakalanmamanın en önemli yolu enfeksiyondan korunabilme önlemlerinin alınması ve kişinin bu bilinci taşıması ile mümkündür. Koruyucu önlemler denince akla ilk gelen; varsa o hastalıkla ilgili aşıların uygulanması bunun yanında toplum içinde hastalık ve hastalardan uzak durma enfeksiyon zincirinin kırılmasını sağlayacak  ve toplumlarda yayılamayacaktır. Okulda çocuğu olanların, kalabalık alanlarda birbirleri ile sık temas ederek çalışanların, toplu taşımacılığı kullananların, toplumsal etkinliklere sık katılanların, hastanede çalışlanların evlerinde yukarıdaki hastalıklardan biriyle enfekte olmuş hastaları muhakkak göreceksiniz. Bu durumlar hastalığın toplumlarda devamını getirecektir.

Tüm bunları engellemek için yapılacak işler Covid-19 pandemisinden alışık olduğumuz önlemler aşı uygulaması + toplum içindeki mesafeye dikkat etme + kişiler arasındaki sıkı sevgi gösterilerinden uzak durma + etkin maske kullanma + el hijyenine dikkat etme önlemleri hala geçerliliğini korumaktadır.

Selam ve sevgilerimle.

Engin SEBER

Hasta Enfeksiyon Komitesi Kurulu Başkanı

18-24 KASIM ANTİBİYOTİK FARKINDALIK HAFTASI

18-24 KASIM ANTİBİYOTİK FARKINDALIK HAFTASI

Antibiyotikler; mikroorganizmalardan bakterilere, bazı parazitlere karşı insanlığın tedavisinde 75 yıldır başarı ile kullanılan ilaçlardır. Birçok insanın hastalıktan ölmesini önlemiştir. 1940’lardan beri günümüze kadar birçok farklı çeşidi bulunmuş, son zamanlarda; türevlerinden yenileri üretilmiştir. Son yıllarda üretimleri yavaşlamış, hatta durmuştur. Üretici firmalar artık istedikleri kazançları elde edememektedir. Bu kıymetli ilaçların üretiminde olan sıkıntılar yanında toplumun ve hekimlerin uygun kullanmamaları, bakterilere karşı direnç gelişmesine neden olmuştur. Bu ilaçlara karşı bakterilerde direnç gelişmesi, insanlığın gelecekteki tedavilerinde büyük engel getirecek, hasta kişi ve toplumların yaşamlarını olumsuz etkileyecektir.

Günümüzde dirençli bakteriler nedeniyle yılda yaklaşık 700 bin kişi hayatını kaybediyor. Dirençli bakteriler ekonomik kayıplara da yol açıyor. Avrupa’da yayımlanan bir raporda sadece AB ülkeleri için dirence bağlı maliyetin (işgücü kayıpları dahil) yılda 1,5 milyar avro olduğu belirtildi. Uzmanlar gelecek için daha karamsar tablolar çiziyor.

Türkiye, OECD ülkeleri arasında kişi başına antibiyotik tüketiminin en fazla olduğu ülke. On reçetenin en az üçünde antibiyotik olduğu biliniyor. Bu yoğun tüketimin sonucu olarak da direnç oranları diğer ülkelere kıyasla oldukça yüksek. Yurdumuzda yapılan araştırmalarda 2012-2016 yılında ayakta tedavide verilen reçetelerin %34’ü antibiyotik içermekte.

Türkiye’de artık antibiyotikler reçetesiz verilmiyor. Bu gereksiz kullanımı azaltmak için çok önemli ve gerekli. Sadece direnç gelişimi açısından değil ilaçların yan etkileri, gereksiz maliyet gibi sıkıntıları azaltmak açısından da önemli. Ancak ne yazık ki antibiyotiklerin yan etkileri de olabilen ciddi ilaçlar olduğunu bilmeyen çok sayıda vatandaşımız reçeteye yazılmaları konusunda hekim arkadaşlarımızdan talepte bulunuyor. Unutulmamalı ki akut infeksiyonların özellikle solunum yolu infeksiyonlarının %80-90’ı virüslerden kaynaklanır. Antibiyotikler virüslere etki etmez, ateş düşürücü de değildir. Bağışıklık sistemini güçlendirmezler; tersine vücuttaki faydalı bakterileri de öldürerek bağışıklık sistemini zayıflatırlar. Bu yüzden doktor önermedikçe kesinlikle kullanılmamalıdır.

Yeni geliştirilen antibiyotikler; sayısı çok az, çok pahalı ve yan etkisi yüksek ilaçlar. Üstelik bu ilaçlarda da eskisinden hızlı bir şekilde direnç gelişiyor. Bakteriler bazı bilinçli yollar ile direnci birbirine bulaştırıyor ve doğada bu direnç genleri sürekli olarak birikiyor. Dolayısıyla doğru kullanmazsak yenilerinin geliştirilmesi de çözüm olamayacak ve antibiyotik öncesi yıllara döneceğiz. Sadece enfeksiyonların tedavisi aksamayacak, bugün bilimsel/teknolojik gelişmeler sayesinde yapılabilen hayat kurtarıcı pek çok tıbbi girişim ve tedavi de enfeksiyon riski nedeniyle yapılamaz olacak. Örneğin başta kemik iliği olmak üzere organ nakilleri, kanser ameliyatları, kanser kemoterapileri yapılamayacak. Basit ameliyatlarda bile enfeksiyondan ölüm riski çok artacak. Tüm bunları önlemenin yolu dikkatli ve doğru kullanıma bağlıdır. İnsanlık olarak şimdilik başka seçeneğimiz yok. Bu konuda da bilinçli olmak zorundayız.

Engin SEBER

Hasta Enfeksiyon Komitesi Kurulu Başkanı

 

Diğer yazılarımız için BURAYA tıklayabilirsiniz.

BAHAR ALERJİSİNDEN KORUNMAK İÇİN 7 YOL

BAHAR ALERJİSİNDEN KORUNMAK İÇİN 7 YOL

Ülkemizde de sık olarak görülen bahar alerjisi, bahar ve yaz mevimleriyle birlikte çiçeklerin açması ve polenlerle birlikte yaygın hale gelir. Bu elerjiden korunmak için ilaç kullanımıyle birlikte bireysel olarak alınabilecek önlemler vardır. Bunların başında gün içerisinde özellikle öğlen saatlerinde güneşe çıkılmamalı, dışarı çıkıldığında da koruyucu ekipman (gözlük, şapka) kullanılmalıdır.

Kişi alerjik bir bünyeye sahipse, vücuda giren polenler bazı maddelerin salgılanmasına sebep olur. Bu polenler, gözlerdeki ve burun zarlarındaki kılcal damarların genişlemesi ve dokuların şişmesine yol açar. Alerji durumunda gözler alerjiye karşı histamin isimli maddeyi üretir, göz zarı kaşıntılı, şiş ve kırmızı bir hal alır. Bahar alerjisine halk arasında ”saman nezlesi” de denir.

Çok yaygın görülen bir hastalık olan alerji, genel olarak genetik yatkınlık ve çevresel faktörlerden dolayı ortaya çıkar. Alerji bazen vücudun belli bir yerinde olabileceği gibi bazen tüm vücutta görülebilir. Gözde olursa alerjik konjoktivit, üst solunum yollarında olursa alerjik rinit (saman nezlesi), akciğerlerde olursa astım, ciltte olursa ürtiker, egzama ya da kontak dermatit denir. Alerjik rinit ile ilgili yazımızı BURAYA tıklayarak, egzama ile ilgili yazımızı ise BURAYA tıklayarak okuyabilirsiniz.

 

Bahar Alerjisi Neden Olur?

 

Alerjik yatkınlığı olan insanların immün sistemleri bazı maddelere karşı aşırı duyarlıdır. Kişiler bu uyarıcılarla karşılaştığında immün sistem kontrolden çıkar ve ciltte kaşıntı ve kızarıklık, gözlerde şişme ve yaşarma, burun akıntısı, hapşurma gibi şikayetler ortaya çıkar. Alerjiye sebep olan maddeye alerjen denir. En sık karşılaşılan alerjenler; polen, bitkiler ve meyveler, küf, hayvan tüyü, ev tozu/akarı, ilaçlar ve gıdalardır. Bahar alerjisinin ortaya çıkma sebebi genellikle ağaçlar ve çimenlerden yayılan polenlerdir. Polenler hava yoluyla burun, göz ve boğazımıza yapışarak birikirler. Daha sonra alerjik reaksiyonlar ve buna bağlı sonuçlar ortaya çıkar.

 

Belirtileri Nelerdir?

 

Bahar alerjisinin birçok belirtisi olabilir. Bunlar arasında;

  • Burun tıkanıklığı veya akıntısı
  • Hapşırma nöbetleri
  • Burun, geniz ve gözlerde kaşıntı (aynı zamanda konjuktivit)
  • Sinüslerde baskı ve yüzde ağrı
  • Gözaltlarının şişmesi ve morumsu bir renk alması
  • Koku ve tat duyularında azalma
  • Yorgunluk
  • Uyku problemi
  • Damakta ve gırtlakta kaşıntı görülebilir.

 

Korunmak İçin Neler Yapılabilir?

 

  1. Alerjiye neyin sebep olduğu biliniyorsa tedavi ve korunma için en önemli şey bu alerjenden uzak durmaktır. Yardımcı tedaviler ve uygun ilaçların kullanımı ile rahatsızlık en aza indirilir. Kortizonlu göz damlaları ve antihistaminik ilaçlar göz alerjisinin giderilmesinde etkilidir ancak bunların doktor kontrolünde alınması gereklidir.
  2. Bahar aylarında spor için kapalı alanları tercih edin. Siperli şapka kullanın, göz nezleniz varsa güneş gözlüğü kullanmak faydalı olabilir.
  3. Eve geldiğinizde giysilerinizi değiştirin. Saçlar tozu ve poleni tutarlar, bu sebeple eve döner dönmez duş almak faydalı olacaktır. Sokak kıyafetleriyle aynı ortamda uyumak, hapşırmaya ve uykusuz kalmaya neden olabilir.
  4. Çimlerin biçildiği ortamlardan uzak durun ve çiçekli ortamlarda yerde uzanmayın. Polenlerin yaygın olduğu mevsimlerde uygun bir maske kullanabilirsiniz.
  5. Araba ile seyahat ederken cam açmak yerine klima kullanmak faydalı olacaktır. Araçtaki klimaların polen filtrelerinin kontrolünün yapılması da önemlidir. Çok şiddetli bulgularınız varsa evinizde de polen filtresi kullanmak faydalı olacaktır.
  6. Ev içerisinde bitki veya polen salınımı yapacak çiçek yetiştirmek rahatsızlığınızı arttıracaktır.
  7. Bahar alerjiniz kronikleşip hayatınızı olumsuz yönde etkileyecek düzeyde ise ve kullandığınız alerji ilaçları yetersiz kalıyorsa mutlaka bir alerji uzmanına başvurmak gerekir. Doktorunuz tarafından reçete edilen ilaçlarınızı düzenli kullanın. Düzenli doktor kontrollerini ihmal etmeyin.

 

Daha farklı kaynaklardan bilgi almak için BURAYA tıklayabilirsiniz.

PANDEMİ, COVID-19 NE ZAMAN BİTECEK?

PANDEMİ, COVID-19 NE ZAMAN BİTECEK?

21. Yüzyılın Türkiye’sinde ve tüm dünyada iki yıldır Covid-19 (Sars2 CoV) pandemisi, varyantlarının yaptığı semptomlarla devam ediyor. Toplulukları, devletleri, hükümetleri oldukça sıkıntıya düşürerek yatağında ilerliyor. Hastalığın insanlarda yaptığı tahribat; 5,5 milyona yakın mortalite (ölüm), arkasında bıraktığı postcovid hastalıkları, ekonomik çöküşler, toplumların ruhsal bozuklukları, davranış defektleri, iş yönetimlerinde yeni kazanımlar ve daha birçok psiko-sosyal, sosyo-ekonomik değişiklerle, hızını fazla kesmeden adeta gedik arayarak tahribatına devam ediyor. Aşıları, kişisel koruyucu önlemleri uygulayan toplumlarda hastalık semptomları daha hafifledi, dayanabilinir bir şekle döndü. Bu arada halk hastalığa (pandemiye) alıştı, daha yok mu dercesine; tüm kişisel önlemleri bir tarafa bırakarak, göğüslerini gere gere sokaklara döküldü.

Virüs, tüm varlığı ve doğal bilgisi ile yeni donanım peşinde varyantlarını oluşturarak (şimdilik 15’in üzerinde), savaşına devam ediyor. Henüz mağlubiyeti, kabul etmedi. Muhtemelen etmeyecek de. Tükenmeye başladığında bir yere saklanacak, fırsat bulduğunda boy gösterecek.

DSÖ yeni etkenlerle pandemilerin olabileceğini bildirerek, Marburg salgını, özellikle maymun çiçeği (Monkey pox) pandemisine karşı devletlerin dikkatini çekti. Demek ki pandemiler bitmiyor. Bizler, insanlık ne yapacak? Öğrendiklerimiz ne olacak? Bunlardan hangi dersleri çıkardık?

 

Tarihte Pandemiler ve Sonuçları

Pandemileri tarihsel olarak incelersek MÖ (460-370) Hipokrat 412 de bir grip salgınından bahseder. Mikroskopların bulunmasından önceleri hastalık etkenleri saptanamıyordu. Hipokrat ve Galenos iki bin yıldan önceki zamanlarda bazı hastalıklara (özellikle veba) ‘’Yakalanmışlarla bir arada bulunmanın tehlikeli’’ uyarısında bulunmuşlardı (bulaşıcı hastalıklarda izolasyon-karantina). O dönemde birçok hastalığın miyasma-kötü hava ile insanlarda hastalık oluştuğuna inanılıyordu. Kolera, veba, çiçek ve grip… Toplumlarda büyük pandemilere neden olmuş, milyonlarca insan sefalet içinde ölmüştür. Grip düzensiz aralıklarla dünya çapında salgınlara yol açmış çok eski bir hastalıktır. 1889’da Rus gribi 1 milyon, 1957’de Asya gribi 2 milyon, 1968’de Hong Kong gribi 1 milyon kişinin ölümüne yol açmıştır. 1918 İspanyol gribi büyük bir hızla kıtalar arasında yayılmış, arkasında kitlesel ölüm ve karmaşa bırakmıştır. 1919-1920 yıllarında toplumda korku ve panik hakimdi. Nedeni o günkü basının hastalığı yansıtırken salgını küçümsemeleri, hastalığın soğuğun etkisi ile olduğunu söyleyerek toplumu rahatlatmaya çalışmış olmalarıydı. Oysa yeniden bir grip salgını olabileceği kaçınılmazdır. O günkü grip yaptığı tahribatlarla, harbin erken bitmesini ve Almanya’nın mağlubiyetini getirdi. Savaşın bitmesi ile halk büyük sevinçle sokağa döküldü, birbirleri ile ve askerlerle kucaklaşması, öpüşmeleri hastalığı tekrar alevlendirdi.

Bir enfeksiyonun bir toplulukta devam edebilmesi için enfekte olan her kişi, enfeksiyonu en az bir başka kişiye bulaştırmalıdır. Bir epideminin başlangıcında, enfekte kişinin enfeksiyonu bulaştırdığı kişilerin sayısı R0 olarak ifade edilir; bu hastalığın temel çoğalma oranıdır, hastalığın çarpanıdır. Çarpan, bir hastalığın toplum içinde hangi hızda yayıldığını tahmin etmeye yarar. Hasta olan, hastalığı diğer bir kişiye ve kişilere bulaştırır. Bulaşan sayısı arttıkça bulaş devam eder gider. İlk veya son hastada bulaşma kesilirse hastalık biter. Bir kişi ne kadar uzun süre enfekte kalırsa, temas ettiği enfekte olanların sayısı ne kadar fazlaysa R0 değeri o kadar büyüktür ve hastalık daha hızla yayılacaktır. R0 değeri 1 den büyükse hastalık giderek yayılır. Zamanla duyarlı insan havuzu tükendiğinde hastalık yeni mutasyon ve varyantlara kadar durur. Covid-19 un başlangıçta R0 değeri 9, civarında idi. Sonraları bu değer 3,4 olarak seyretti. Asemptomatik kişilerin belirlenmesi bulaşta önem taşımaktadır. Bulaşıcılık hastalığın erken dönemlerinde en yüksek düzeydedir. Bu nedenle karantina işe yaramaz. Tedavide bazı antiviral ilaçlar bulundu. Erken kullanıldığına hastalık semptomlarının şiddetini ve süresini azaltabilir. Bu antivirallerin direnç kazanma riskleri vardır. Yeni pandemiler kaçınılmazdır. Modern ulaşım imkanları sayesinde virüs, enfekte bir yolcu ile saatler veya gün içinde, tüm dünyaya yayılabilir. Virüsün yayılmasında rol oynayan çevresel faktörleri iyi tanımlayabilirsek bundan sonraki pandemileri kontrol altına alabiliriz. Pandemilerin bize öğrettiği şey; bir hastalığın eradikasyonundan (kökünün kazınması) ziyade kontrolünün kavranması. Bunun için uygun bir aşı ve alınacak önlemlerin ciddiyetle uygulanması. Tüm toplumların aşılanması yanında eğitim kaçınılmazdır (Aşıların elektriği olmayan soğutucularda saklandığına şahit olduk). Zamanımızda aşıların soğuk zincire uyulup uyulmadığı SB ilgili birimleri tarafından elektronik olarak denetlenmektedir. Bir ülkede etkili Halk Sağlığı yapısının olması zorunludur. Bir hastalığın kontrol altına alınabilmesi için etkenin, biyolojisinin anlaşılması yeterli değildir. İhtiyaca cevap verecek parasal kaynak, ulusal irade, toplumun güvenini kazanacak stratejiler, toplumun yeterli bilinçlendirilmesi gereklidir. İnsanlarımızın davranışlarını değiştirmede önemli adımlar atılmalıdır. Yapılacak iyileştirme ve korunma önlemlerine kolayca ulaşılabilir olmalıdır.

SONUÇ: Bu pandemi ile pandemiler bitmeyecek, toplumlar ve devletler, hükümetler, sağlık örgütleri gelecekteki pandemilere hazır olmalı, saptadıkları savma stratejilerini bahanesiz uygulamalıdır.

Sars2 COV virüsü devamlı yeni varyantları ile, insanlara saldırmaya devam edecektir. Aşı bulunmuş, toplumum bir kısmına uygulanmış olması yeterli değil, toplumların tamamı aşılanmalıdır.

Yeni ve ilave aşılar varyantlara ve antijenik yapılarına göre imal edilerek toplumun kullanımı için hazır tutulmalı, gereğinde uygulanmalıdır (Omicron k. aşı Avrupa da uygulanıyor, ülkemize  gelmesi bekleniyor).

 

Mevcut Covid-19 aşıları; Omikron ve diğer varyantlarla bulaşlarda kaçak olmakla birlikte, korunmada etkilidir. Uygulanan mevcut aşılar bulaşma hızını değiştirmesede semptomları oldukça yumuşatmıştır. Aşıların hatırlatma dozlarının uygulanması ihmal edilmemelidir. Hastalık, aşısızlar, çocuklar, yaşlılar, koah, kalp, böbrek hastaları, ko-enfeksiyonu olanlar, immun yetersizliği olanlar için risk oluşturmaktadır. Bu kişilerin çok dikkatli olmaları, aşılanmaları, koruyucu kişisel önlemleri almaları koşulsuz gereklidir.

Covid-19 hastalığında tutulmalar ve ölümler azalarak, artarak, 2022 yılı sonuna kadar devam edecektir. 2023 yılında bulaşma şartlarına uymayan topluluklarda, hastalık yok olmadan sporodik (küçük topluluklarda bulaşın görülmesi) olarak devam edeceği kanaatindeyim. Pandeminin yok olması sizin elinizdedir. Hastalık; kişisel ve kişilerin temasının kesilmesi ile orada duracaktır, yok olacaktır. Virüslerin yaşaması için canlı dokuya ihtiyaçları vardır.

(MASKE+MESAFE+EL YIKAMA+VUCUT HİYENİ ne DİKKAT ETMEK, KALABALIK TOPLULUKLARDAN UZAK DURMAK, ZORUNLU İSE MASKE KULLANMAK) gibi önlemler güncelliğini korumaktadır.

Engin SEBER

Hasta Enfeksiyon Komitesi Kurulu Başkanı

PİŞİK NASIL GEÇER?

PİŞİK NASIL GEÇER?

Nasıl Oluşur?

Özellikle içerisinde bulunduğumuz yaz mevsiminde ve sıcak havalarda çocukların ve ebeveynlerin korktukları rahatsızlıkların başlarında pişik gelir. Pişik; genellikle vücudun hava almayan bölgelerinin ıslak veya nemli kalması sonucunda sağlıklı ve esnek yapısının bozularak iltihaplanması ile sonuçlanan döküntü ve kızarıklığa denir. Giyilen kıyafelerden veya bebeklere giydirilen bezlerden dolayı sürtünme ile birlikte cilt daha da tahriş olur. Bazı bakteriyel ya da mantar enfeksiyonlarından dolayı da oluşabilir. Pişik olunduğunda mantar enfeksiyonunu ayırt edebilmek için deriyi gözlemlemek gerekir. Döküntü olan bölgenin çevresinde küçük kırmızı benekler de oluşmaya başlarsa mantar enfeksiyonu olup olmadığını öğrenmek için doktora başvurulması gerekir.

Pişik problemi için reçete edilen kremler kortizon içerebilir. Bu gibi kremlerden sonra da mantar enfeksiyonu gelişebilmektedir. Bundan dolayı mantar tedavisi için verilen kremler ve kortizon içeren kremler doktor tavsiyesi olmadan kesinlikle kullanılmamalıdır. Pişik için beyaz renkli, yumuşak kıvamlı ve çinko oksit içeren kremler seçilmeli ve her bez değişiminde temiz cilde sürülmelidir. Kız bebeklerde cinsel organın iç bölümüne sürülmemelidir.

 

Nasıl Önlenebilir? Nasıl Geçer?

Pişik oluşumunun en yaygın nedenlerinden biri bebeğin bezinin yeterince sık değiştirilmemesidir. bunun gibi rahatsızlıklar ve cilt döküntülerinin önüne geçebilmek için bebeklerin bez değişimi sürekli olarak  takip edilmelidir.

Bez bebek bezleri kullanıyorsanız, kaliteli bir deterjan kullandığınızdan ve bebek bezlerini iyice duruladığınızdan emin olun. Bebeğinizin cildini temizlemek için su veya tahriş etmeyen mendiller kullanın.

Bez bağlarken sıkı tutmayın ve bez değişiminde cildi temizledikten sonra özgür hareket etmesi için biraz zaman tanıyın. Cildin havayla temas etmesine imkan verin.

Çinko içeren kaliteli bir bariyer krem ​​kullanın. Derileri ile herhangi bir tuvaleti arasında bir bariyer oluşturacak kadar kalın bir şekilde uygulayın.

Bebeğinizin cildini daha fazla tahriş edebileceğinden pudra veya antiseptik mendil kullanmaktan kaçının.

Bez üzerine kıyafet giyrilecekse  hava geçirdiğinden ve rahat olduğundan emin olun.

Pişiğin uzun süre görülmesi, ciltte ağrılı döküntülerin ortaya çıkması, ateşlenme, bölgede iltihap oluşması gibi durumlarda ise mutlaka doktora başvurulmalıdır.

Daha fazla bilgi edinmek için BURAYA tıklayabilirsiniz.

COVID-19 PANDEMİSİ VE GÜNCEL DURUMU

COVID-19 PANDEMİSİ VE YASAKLARIN GÜNCEL DURUMU

İki yılı aşkın bir süredir dünyayı kasıp kavuran ve 5,5 milyon insanın ölümüne neden olan Covid-19 pandemisi; arkasında birçok gizli hastalıklar bırakarak bitti. Devletlerin, yaşayan nüfusun ekonomik kayıpları, çökmeleri de işin çabası. Pandeminin bitmesinde; bir taraftan devletlerin ısrarla bu sıkıntıdan kurtulma telaşları, diğer taraftan halkın hastalıktan, koruyucu önlemlerden bıkmaları etkili oldu. Bir sabah tüm koruyucu önlemlerin Sağlık Bakanlığı tarafından kaldırıldığını öğrendik. Büyük caddeler ve kafeler insanlarla doldu. Pandeminin kaldırılmasını toplumumuz coşku ile karşıladı. Önlemlerin kaldırılmasında bilimsel gerçekler ne idi? Bilim insanları ne diyordu? Pandemide kişisel ve toplumsal önlemlerin kaldırılması erkendi, doğru değildi. Batı devletleri (İngiltere, Fransa, İspanya, Amerika Birleşik Devletleri vb.) önlemleri, kısıtlamaları kademeli olarak kaldırdı, bir kısmını devam ettirdiler ve haklı da çıktılar. Hastalık varyantların yaptığı semptomlarla, şekil değiştirerek devam ediyordu. Özellikle Omicron varyantı S proteininde yaptığı 50 civarında yeni yapıları, mutasyonları ile insanların hastalıktan kurtulmalarına izin vermiyor. Ayrıca Covid-19 un varyantı bugün için 150’yi buldu. Şu anda gen haritaları tanımlanmış bu varyantların (B 4, B 5…) Portekiz, Fransa, Almanya, Yunanistan, Avusturya, İtalya, İsviçre gibi Avrupa ülkelerinde Omicron alt varyantlarının baskın olarak hastalık yaptıklarını Avrupa Hastalık Önleme Merkezi (ECDC) endişe ile bildiriyor. Bu varyant solunum yolu ve damlacıkla çabuk bulaşıyor, kuluçka dönemi 1-3 gün, yüksek enfeksiyöz etkili olarak insanları hastalandırıyor. Ağustos-Eylül 2022 aylarında yeni bir pandemi dalgası meydana getirebileceği düşünülüyor. Mevsim nedeniyle seyahatlerin sık olması bulaşların artacağını gösteriyor. Önceki yazılarımda yaz bitiminde yeni bir Covid-19 pandemisinin olabileceği endişemi belirtmiştim. Dilerim gerçek olmaz.

Covid-19 aşılarının büyük şans eseri hızlı bir şekilde bulunarak uygulanması, bugüne kadar ülkelerin ve kişisel önlemlerin alınması ile birlikte, pandeminin insanlar üzerindeki büyük hasarlarını ve sosyo-ekonomik çöküntüleri önledi. Toplumları rahatlattı. Hastane ve yoğun bakım doluluklarını önledi, hastalık semptomları hafifledi, ölümler azaldı.

İnsanlığın, bilimin bu başarılarına rağmen sıkıntı nerede? Neden yeni dalga pandemiden korkmalıyız? Hastalığın tüm dünyada eski öldürücü etkisi olmasa da devam ediyor. 65 yaş üzerindeki insanları, immun yetersizliği, enfeksiyonu olanları, aşısızları, eksik aşılıları öldürüyor. O halde alınan önlemlerde eksiklik var. İnsanların tamamı henüz aşılanamadı. Bir kısmı aşıya hiç ulaşamadı. Her ülke çocuklarını aşı programına alamadı. Kıtalar ve uluslararası seyahatlerin bu kadar kolay olduğu zamanımızda bulaşmalar sınır tanımamakta. Varyantlar, özellikle Omicron varyantları yeni aşılardan kaçabiliyor. Bu olgularda aşı %60-70 koruyor. Hastalık geçirenler tekrar hastalığa yakalanabilirken yeni bulaşlara neden olabiliyor. Ayrıca %18 taşıyıcı; kendi hastalıklarını bilmeden toplumda dolaşıyor, çevresindekileri hasta edebiliyor.

 

Covid’e Yakalananlar Ne Kadar Süreyle Başkalarına Hastalık Bulaştırabiliyor?

Son yapılan çalışmalar ve sonuçlarına göre izolasyon önlemleri beş güne indirildi. Beş-yedi gün sonunda bulaştırmanın olmayacağı düşüncesi var. Temel bilgilerimize göre enfekte olan (Omicron) kişi üç gün içinde hastalık semptomlarını göstererek (ateş (her zaman değil) öksürük, kırıklık, boğaz ağrısı, burun tıkanması ya da akıntısı…) hastalanıyor. Bu sırada ve iki gün öncesinde kişi çevresi için en yüksek bulaştırıcı durumdadır. Hastalığa klinik olarak tanı konması oldukça zor. Zira soğuk algınlığı, Influenza, üsy enfeksiyonları  ile karışması olağan. Laboratuvar antijen testleri tanıda yardımcı oluyor. Bu testlerin evlerde yapılması, eczanelerde satılması vatandaşa kolaylık getirdi ise de yanlış sonuçlar da arttı. Omicron tanısında nazal sürüntüler yanlış NEGATİF sonuç verir. Virus boğazda (Orofarynx te) bulunur, tutunur. Bu kişilerden boğaz sürüntüsüde alınarak incelenmelidir. Doğru sonuçlar için test materyalini şüpheli kişiden deneyimli laboratuvar personeli veya hekim almalıdır.

 

Covid Belirtileri Göstermiş Olan Biriyle Ne Zaman Görüşebilirsiniz?

ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi ( CDC ), Covid testi pozitif çıkanların beş gün karantinadan sonra başkalarıyla bir araya gelmelerinin mümkün olduğunu belirtti, ancak bunun da koşulları var.

CDC’ye göre pozitif çıkarsanız yapmanız gerekenler şöyle:

  • Covid-19 olduysanız ve belirtileri gösterdiyseniz, en az beş gün kimseyle görüşmeyin.
  • Beş gün sonra belirtiler ortadan kalktıysa veya hafiflediyse evden çıkabilirsiniz.
  • Başkalarıyla beraberken, beş gün daha maske takmaya devam edin.
  • Belirtilerin ilk günü üzerinden tam on gün geçene kadar yolculuk yapmaktan kaçının. 6. ve 10. günler arasında yola çıkmak kaçınılmaz olursa, yanınızda başkaları olacaksa yol boyunca etkili bir maske takın.
  • Ateşiniz varsa, ateş düşene kadar evde karantinada kalmaya devam edin. (Kaynak: CDC)

 

Belirtisi Olmayan Biri Başkalarına Virüs Bulaştırabilir Mi?

Araştırmalar, Covid’e yakalananların belirti olmasa da hastalığı başkalarına bulaştırabileceğini gösterdi. Omicron da bu oranın önceki varyantlara göre daha yüksek olduğu görülüyor. Bilmeden virüs yayma riskini azaltmak için özellikle kapalı mekanlarda maske kullanmayı öneriyor. Sonuç olarak; muhakkak Covid-19 aşınızı yaptırınız, en az iki BioNTech veya diğer covid-19 aşıları varsa, üçüncü aşının korumasının daha yüksek olduğunu unutmayınız. Topluluklarda, dar ve kapalı alanlarda bulunmamaya çalışınız. Topluluk içinde ve toplu taşımada iseniz, geçerli ve etkili maske takınız. (Cerrahi maske, FFP2). Maske+Mesafe+El ve Vücut Hijyenine dikkat edilmesi önemli olup güncelliğini korumaktadır. Hastane ve sağlık Merkezlerinde kesinlikle maske kullanılmaya devam edilmelidir. Hastalık halinde hekime başvurunuz. Aşı+yeni antiviral tedaviler faydalı olacaktır. Ağır olgular Yoğun Bakım Üniteleri nde tedavi edilmelidir.

Sağlıklı günler dileklerimle…

Engin SEBER

Hasta Enfeksiyon Komitesi Kurulu Başkanı

 

Daha farklı kaynaklardan bilgi almak için BURAYA tıklayabilirsiniz.

 

Covid-19 ile ilgili diğer yazılarımız için BURAYA tıklayabilirsiniz.

EGZAMA (ATOPİK DERMATİT) NEDİR? TEDAVİSİ NEDİR?

EGZAMA (ATOPİK DERMATİT) NEDİR TEDAVİSİ NEDİR

Egzama; cildin iltihap şeklinde, kaşındığı, çatladığı ve pürüzlendiği bir durumdur. Bazı türler de kabarcıklara neden olabilir. Atopik Dermatit terimi için; atopik kelimesi astım ve saman nezlesi gibi bağışıklık sistemini etkileyen birkaç durumu, dermatit kelimesi ise cildin iltihaplanmasını ifade eder. Fındık, süt ürünleri, meyveler gibi bazı gıdalar, çevresel olarak polen, sabunlar ve bazı kokular semptomları tetikleyebilir. Egzama bulaşıcı değildir.

Atopik dermatit genel olarak çocuklarda daha sık görülür ve genellikle ilk yaşlarından önce gelişir. Ancak yetişkinlerde de ilk kez gelişebilir.

Genellikle uzun süreli (kronik) bir durumdur, ancak bazı çocuklarda yaşlandıkça önemli ölçüde iyileşebilir veya hatta tamamen ortadan kalkabilir.

Egzama Belirtileri Nelerdir

Egzama cildin kaşınmasına, kurumasına, pullanmasına, çatlamasına ve ağrımasına neden olur. Bazı insanlarda sadece küçük kuru cilt lekeleri şeklinde, ama yaygın olarak vücutta yaygın iltihaplı yaralar olarak görülür. Vücudun herhangi bir bölümünde görülse de, çoğunlukla eklem yerlerinde, yüzde ve kafa derisinde ortaya çıkar. Genellikle semptomların daha az fark edildiği dönemler ve semptomların daha şiddetli hale geldiği (alevlenmeler) dönemler olur.

Ne Zaman Tıbbi Yardım Alınmalı

Atopik dermatiti olan kişilere teşhis için genellikle aşağıdaki sorular sorulur:

  • Kaşıntı olup olmadığı ve nerelerde göründüğü
  • Semptomların ilk ne zaman başladığı
  • Semptomların zamanla azalıp azalmadığı
  • Ailenizde egzama geçiren kişi olup olmadığı
  • Alerji veya astım gibi başka rahatsızlıklarınız olup olmadığı
  • Tükettiğiniz bir gıdadan sonra gözlemlediğiniz bir değişiklik olup olmadığı

 

Egzamanın Nedenleri

Atopik dermatit in nedeni tam olarak bilinmiyor, ancak birçok sağlık uzmanı bunun genetik ve çevresel faktörlerin bir kombinasyonunun sebep olduğunu düşünüyor. Bir ebeveynde egzama veya başka bir atopik durum varsa, çocuklarda görülme olasılığı daha yüksektir. Her iki ebeveynin de atopik bir durumu varsa, risk daha da artar.

Bazı çevresel faktörler belirtileri ortaya çıkarabilir. Örnek olarak:

  • Tahriş edici maddeler: Bunlara sabunlar, deterjanlar, şampuanlar, dezenfektanlar, meyveler, et ve sebzeler dahildir.
  • Alerjenler: Evdeki tozlar, akarlar, evcil hayvanlar, polenler ve küflerin tümü neden olabilir. Bu alerjik egzama olarak bilinir.
  • Mikroplar: Bunlara “Staphylococcus aureus” gibi bakteriler, virüsler ve bazı mantarlar dahildir.
  • Sıcak ve soğuk havalar: Çok sıcak ve çok soğuk hava, yüksek ve düşük nem ve egzersizden kaynaklanan terlemeden dolayı ortaya çıkabilir.
  • Yiyecekler: Süt ürünleri, yumurtalar, kuruyemişler ve tohumlar, bazı meyve ve sebzeler, soya ürünleri ve buğday egzama alevlenmesine neden olabilir.
  • Stres: Bu doğrudan bir neden değildir, ancak semptomları daha da kötüleştirebilir.
  • Hormonlar: Kadınlar hormon seviyeleri değiştiğinde, örneğin hamilelik sırasında ve adet döngüsünün belirli noktalarında semptomlarda artış yaşayabilir.

Atopik Dermatit Tedavisi

Egzamanın bilinen kesin bir tedavisi yoktur ancak semptomların hafifletilmesine yardımcı olunabilir ve birçok vaka zamanla düzelir. Günlük yaşam üzerinde fiziksel ve zihinsel olarak baş edilmesi zor olabilecek önemli bir etkiye sahiptir. Ayrıca cilt enfeksiyonu riski de artar.

Semptomları kontrol etmek ve alevlenmeyi azaltmak için aşağıdakiler dahil birçok farklı tedavi kullanılabilir:

  • Sıcak su kullanmamak, ılık banyo yapmak
  • Vücutta nemi tutmak için banyodan sonraki 3 dakika içinde nemlendirici uygulamak
  • Her gün düzenli olarak nemlendirici kullanmak
  • Pamuklu ve yumuşak kumaşlara sahip giysiler tercih etmek
  • Sert, tahriş edici liflerden ve dar giysiler kullanmaktan kaçınmak
  • Kuru veya soğuk havalardan kaçınmak
  • Banyo esnasında yumuşak bir sabun veya sabun olmayan bir temizleyici kullanmak ve vücudunuza etkisini gözlemlemek
  • Banyodan veya duştan sonra cildi ovalayarak kurutmak yerine, havayla veya yumuşak bir havluyla hafifçe okşayarak kurutmak
  • Mümkünse hızlı sıcaklık değişikliklerinden ve terlemeye neden olan aktivitelerden kaçınmak
  • Bireysel egzama tetikleyicilerini öğrenmek ve bunlardan kaçınmak
  • Kaşıntıyı önlemek için tırnakları kısa tutmak

 

Diğer Egzama Türleri Nelerdir

  • Diskoid Egzama: Ciltte dairesel veya oval yamalar halinde oluşan bir tür
  • Kontakt Dermatit: Vücut belirli bir maddeyle temas ettiğinde ortaya çıkan bir tür
  • Varisli Egzama: En sık alt bacakları etkileyen ve bacak damarlarından kan akışıyla ilgili sorunlardan kaynaklanan bir tür
  • Seboreik Egzama: Burnun, kaşların, kulakların ve kafa derisinin kenarlarında kırmızı, pullu lekelerin geliştiği bir tür
  • Dishidrotik Egzama (Pompholyx): Avuç içlerinde küçük kabarcıkların çıkmasına neden olan bir tür
 

Atopik Egzama Tedavisinde Kullanılan İlaçlar Nelerdir

Doktorlar, semptomları tedavi etmek için aşağıdakiler de dahil olmak üzere birkaç ilaç reçete edebilir:

  • Topikal kortikosteroid kremler ve merhemler: Bunlar anti-inflamatuar ilaçlardır ve iltihaplanma ve kaşıntı gibi ana semptomları hafifletebilir Kişiler bunları doğrudan cilde uygulayabilirler.
  • Oral ilaçlar: Topikal tedaviler etkili değilse, doktor sistemik kortikosteroidler veya immünosupresanlar gibi oral ilaçlar reçete edebilir. Bunlar enjeksiyonlar veya oral tabletler olarak mevcuttur ve yalnızca kısa süreler için kullanılmalıdır. Uzun süreli kullanımda başka rahatsızlıklar meydana gelebilir. Ayrıca kişi bu durum için başka bir ilaç almıyorsa, bu ilaçları bıraktıktan sonra semptomların kötüleşebileceğini bilmelidir.
  • Antibiyotikler: Bakteriyel bir cilt enfeksiyonunun yanında egzama meydana gelirse doktorlar antibiyotik reçete eder.
  • Antihistaminikler: Bunlar, uyuşukluğa neden olma eğiliminde oldukları için gece kaşınma riskini azaltabilir.
  • Topikal kalsinörin inhibitörleri: Bu ilaç, bağışıklık sisteminin aktivitelerini baskılar. Enflamasyonu azaltır ve alevlenmeleri önlemeye yardımcı olur.
  • Bariyer onarım nemlendiricileri: Bunlar su kaybını azaltır ve cildi onarmak nemli tutmak için tavsiye edilir.
  • Enjekte edilen biyolojik ilaçlar : Bu ilaçlar, bağışıklık sistemi yanıtını sınırlamak için bağışıklık sistemindeki proteinleri bloke eder.

Egzama şu an için kesin olarak tedavi edilemez olsa da, her kişi özel bir tedavi planı almak için bir doktora danışmalıdır. Cildin tahriş olan bölgesi iyileştikten sonra bile, tekrar kolayca tahriş olabileceğinden tedaviye devam etmek önemlidir.

 

Farklı yazılara ulaşmak için BURAYA tıklyabilirsiniz.

MAYMUN ÇİÇEĞİ VİRÜSÜ (MONKEY POX) NEDİR?

MAYMUN ÇİÇEĞİ VİRÜSÜ (MONKEY POX) NEDİR?

Son zamanlarda görsel ve yazılı basında Maymun çiçeği virüsü (monkey pox) olgularından söz edilmeye başlandı. Yeni Covid pandemisinden kurtulduk, kurtulamadık derken, sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yer misali toplumun bir kesiminde korku, hastalığa yakalanma endişesi oluştu. Nedir bu mikroorganizmalardan çektiğimiz? Bu mikroorganizmalar tarihler boyunca insanların yakasını hiç bırakmadı ki. Fırsatını buldukça işine, dişine uygun canlılara saldırarak, onları yok etmekte tüm güçlerini, silahlarını kullanıyorlar. İnsanlık da onları doğal olarak. Şunu bilelim ki bu mikro organizmalar bizlerden daha akıllı.

 

Nedir Bu Maymun Çiçeği Virüsü (Monkey Pox)?

Maymun çiçeği virüsü ilk olarak 1958 yıllarında takip edilen maymunlarda çiçek benzeri tablonun görülmesi ile ortaya çıkmıştır. İnsanlarda ilk olarak 1970 yıllarında Kongo’da görülmüştür. Orta ve batı Afrika’da görülen ilk salgın 2003 yılında Amerika’da görülmüş. Mayıs 2022 de rapor edilen maymun çiçeği hastalığı, İspanya, Portekiz, ABD, Kanada, İtalya gibi ülkelerde de farkedildi, heyecan yarattı.

 

Doğal Konak Nedir? Bulaş Nasıl Oluyor?

Afrika kemirgenleri, maymun ve benzeri hayvanların doğal konak olduğu düşünülmekte. Bulaş enfekte hayvanların kan, vücut sıvıları, deri döküntüleri ile direkt temas ve kontamine cisimciklerle temas sonucu oluşmaktadır. İnsandan insana bulaş zordur. Solunum ve çıkartıları ile bulaş için yakın ve uzun süreli temas gereklidir.

 

Kuluçka Süresi Ne Kadardır? Hastalık Belirtileri Nelerdir?

İnkubasyon (kuluçka) süresi 5-21, ortalama (6-13) gündür. Ateş, halsizlik, eklem ağrıları ve lenf bezlerinin şişmesi ile başlayan hastalığın 1-3. günlerinde döküntüler ortaya çıkar. Döküntüler en çok yüz ve el-ayaklarda görülür.

Döküntülerin içi sıvı ile doludur. Çok sayıda görülebilir. Hastalık kendini sınırlayan bir yapı gösterse de, ağır vakalara dönüşebilir. Ölüm oranlarının %3-6 olduğu bildirilmektedir.

 

Maymun Çiçeği Virüsünün Aşısı Var Mıdır? Tedavisi Nedir?

Çiçek hastalığı ile aynı aileden gelen virüse karşı çiçek aşısı %85 koruma sağlamaktadır. Ancak çiçek hastalığı aşılama sonucu dünyada ortadan kalktığı için 1980 yılından beri çiçek aşısı üretilmemektedir (suçiçeği ile karıştırılmamalıdır). Ankara’da 2019 da geliştirilen yeni modifiye çiçek aşısının güvenli olduğu çalışmalarla gösterilmiştir.

İngiltere’de yayılımın önlenmesi için hastalarla temas etmiş olanlar aşılanmaya başlanmıştır. Hastalığın bu gün için spesifik tedavisi yoktur. Semptomlara yönelik tedavi uygulanmaktadır.

 

Ülkemizin Yaşayanlarının Bu Hastalığa Yakalanma Riski Var Mıdır?

Ülkemiz uluslararası transfer yolu üzerinde olması nedeni ile riskli görülmektedir. Ülkemizde bu güne kadar bildirilen vaka olmamıştır. Covid-19 un başlaması gibi hekimlerimizin ve sağlık personelimizin bu hastalık için de tetikte olması, vakaların kaçırılmasını ve tanı atlanmasını önleyecektir. Hasta tespit edildiğinde izolasyon çok önemlidir. Şüphe edilen vakalarda SB referans laboratuvarına örnekler gönderilmelidir.

Sağlıklı günler dileklerimle…

Engin SEBER

Hasta Enfeksiyon Komitesi Kurulu Başkanı

 

Daha Detaylı Bilgi için BURAYA tıklayabilirsiniz.

5 MAYIS DÜNYA EL HİJYENİ GÜNÜ

5 MAYIS DÜNYA EL HİJYENİ GÜNÜ

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından 5 Mayıs Dünya El Hijyeni Günü olarak belirlenmiştir. Covid-19 pandemisinin tüm dünyada görülmesinden bu yana iki yıl oldu. El yıkamanın ne kadar önemli olduğunu, mikroorganizmalardan korunmada kişisel önlemler içinde en büyük korunma olduğunu gördük ve yaşadık.  Uyguladığımız diğer koruma önlemlerini; tekniğine göre ‘’ EL YIKAMA’’ ile uygulamış isek, Covid-19 ve diğer solunum yolu ve temasla geçen hastalıklardan da korunmuş olduk. Bunun en somut örneği; influenza (grip) ve diğer solunum yolu infeksiyonlarını eskiye nazaran daha az gördük.

Ellerimiz ile her yere ve yüzeye dokunuyoruz. Bu nedenle çevredeki 150 den fazla mikroorganizma (Bakteri, virüs, mantar, parazit) ele bulaşmaktadır. İnsanlar kendiliğinden olarak günde 50 kereden fazla elini ağzına yüzüne götürdügünü biliyoruz. Bu şartlarda mikroorganizmalarla enfekte olma olasılığının yüksekliği açıktır.

 

El Yıkamak Enfeksiyonlardan Korunmanın En Temel Yolu

Hastanelerde tedavi gören hastaların 10 da 1 inde hastane enfeksiyonu (sağlık hizmeti ilişkini enfeksiyon) geliştiğini ve bu enfeksiyonlardan korunmanın en etkili yolunun el yıkamak olduğu bilinmektedir. “El yıkamanın önemi ilk olarak Semmelweiss’ın 1800’lü yılların ortalarında yürüttüğü çalışmalarla kanıtlanmıştır.”

 

El Yıkamak Antibiyotik Dirençle Savaşmaya Yardımcı Oluyor

Solunum yolu enfeksiyonlarına ve ishale sebep olabilen mikroplar, farkında olmaksızın sürekli gözlerimize, burnumuza ve ağzımıza dokunduğumuz için eller yıkanmadığı zaman kişiden kişiye geçip hastalıkların yayılmasına sebep olabiliyor. El hijyenini sağlamak, sıklıkla gereksiz antibiyotik kullanımı gözlemlenen ishal hastalıklarını yüzde elli civarında, solunum enfeksiyonlarını ise yüzde 25 civarında engelliyor. Bu hastalıkların oluşumunu engellemek de antibiyotik kullanımını doğrudan azaltarak antibiyotik direnci oluşma riskini büyük oranda düşürüyor. El yıkamak ayrıca antibiyotiklere karşı direnci olan ve tedavisi zor olan mikroplardan korunmamızı da sağlayabilir.

 

 Sağlık Çalışanlarının El Hijyenine Uyum Sağlamaları Enfeksiyon Riskini Azaltır

Hastane enfeksiyonlarına neden olan mikroorganizmaların hastadan hastaya veya yüzeylerden hastaya sağlık çalışanlarının elleri aracılığıyla geçtiği bilinmektedir. El hijyenine uyumun yüksek olduğu yerlerde hastane enfeksiyonları da düşüktür. Bunların arasında doğrudan bir ilişki olduğu birçok çalışmada gösterilmiştir. Sadece el hijyenine uyum ile ek bir işlem veya maliyet olmaksızın hastane enfeksiyonları yarı yarıya azaltılabilir.

 

Hastalarla Temastan Önce Ve Sonra Hijyenik El Temizliği Uygulanmalı

El yıkamanın üç türü vardır, bunlar;

  • sosyal el yıkama
  • hijyenik el yıkama
  • cerrahi el yıkama olarak sıralanabilir.

Sosyal el yıkama, günlük yaşantıda herkesin uygulaması gereken el yıkama türüdür. Tuvaletten sonra, yemeklerden önce ve sonra, hayvanları sevdikten sonra ve ellerimiz her kirlendiğinde sabun ile ellerin en az 15 saniye boyunca yıkanması ve ardından kurulanması gerekir. Hijyenik el yıkama ise hastanelerde sağlık çalışanlarının uygulaması gereken el yıkama türüdür. Kirlenme yok ise el yıkama yerine alkol bazlı el antiseptikleri ile hijyenik el temizliği sağlanabilir. Hijyenik el temizliği hastalara dokunmadan önce ve sonra, her türlü işlemden önce ve sonra uygulanmalıdır.

 

Hastane Enfeksiyonu Yatış Süresini Ve Maliyeti Artırıyor

Hasta ve hasta yakınlarının, sağlık çalışanları ve yöneticilerinin hastane enfeksiyonları konusunda dikkat etmeleri gereklidir. Hastane enfeksiyonu geliştiğinde yatış süresi uzamakta ve maliyet artmaktadır. Uygun endikasyonlarda uygun el hijyeni uygulanması ile hastane enfeksiyonları ek bir çabaya ve maliyete gerek kalmaksızın yarı yarıya azaltılabilmektedir.

 

Yaygın Antibiyotik Kullanımı Antimikrobiyal Dirence Sebep Oluyor

Bir bakterinin bir antibiyotiğe dirençli hale gelmesi, artık o bakterinin yol açtığı enfeksiyonların tedavisinde dirençli olduğu antibiyotiğin kullanılamaması anlamına gelmektedir. Direncin gelişmesindeki en önemli faktörlerden birisi antibiyotiklerin çok yaygın kullanılmasıdır. Direncin yayılmasını önlemenin önemli bir yolu ise enfeksiyon kontrol kurallarına uymaktır. Enfeksiyon kontrolünün en temel kuralı ise el hijyenidir.

Saniyeler hayat kurtarır, ellerinizi temizleyiniz. Hepimiz temiz elleri alışkanlık haline Getirelim.

Sağlıkla, Temiz Ellerle, Hoşça Kalın, SAĞLIKLI KALIN.

COVİD-19 SARS-2 PANDEMİSİ BİTTİ Mİ?

COVİD-19 SARS-2 PANDEMİSİ BİTTİ Mİ

İki yıla yakın süredir toplumları perişan eden, bıkkınlık veren, yaşamlarını zehir eden, ekonomik çöküntülerini de beraberinde getiren pandemi bitti! Öyle ya, bazı devletler korunma önlemlerini kaldırdılar, toplumlara adeta, “Buyurun; maskelerinizi çıkarın, eskisi gibi yaşamınıza devam edin.” dediler. Bazılarıda; “Aman dikkat, biraz daha dayanın, sabredin. Aldığımız, uzun süredir alışarak uyguladığınız önlemleri devam ettirin, sizlerin sağlığı her şeyin üzerindedir.” dediler. Paradoksun bu kadarı da fazla. Hangisi doğru bu önerilerin? Tabi ki devletlerin, hükümetlerin kendi bakışları, görüşleri toplumların yönetilmeleri, rahat ettirilmeleri, büyük önem arz eder!.. Koruyucu önlemleri kaldıran uygar ve ekonomik güçleri yeterli devletler, bilimsel gerçekleri görerek, bir süre daha koruyucu önlemlerini makul bir şekilde devam ettirme kararı aldılar.

Covid-19, SARS2 pandemisi hakikaten eski şiddetini kaybetti, ölümler eskisi gibi fazla değil. Hasta olanların sayılarında verilen rakamlara göre oldukça düşüş var. Toplumların büyük kısmının aşılanması, hastalık yapan virüsün varyantları ile hastalık yapmaları, hastalığın bulaşma hızında yükselme olmakla birlikte, daha katlanılabilir semptomları ile insanoğlunu aldatsa bile pandemi özelliklerini henüz kaybetmedi.

 

Rakamlarla Pandeminin Güncel Durumu

Madalyonun diğer yüzüne bakalım. Tüm dünyada hastalık devam ediyor. İngiltere’de mortalite sayısı 6.000 leri buldu. Avrupa’da vaka sayılarında artış var. Memleketimizde de artış var. Ancak resmi rakamlara yansımadığı için gerçek sayıları bilmiyoruz. Sürü bağışıklığına terk edildiğimiz açık. Kayıt dışı her evde COVID / OMICRON / DİĞER varyantlarla hastalığı geçirenlerin sayısı belli değil. Ağır vakalar hastahanelere yönlendiriliyor, diğerleri evlerinde testlerini de yaparak kendilerine tanı koyuyor, tedavilerini yapıyorlar. Mevcut varyantlara yenileri eklendi. Genomik yapılarına göre BA1, BA2.16, BA.3, BA.5, DELTA, OMICRON BA1,-BA2, BA4, BA5 varyantları ile Güney Afrika, Belçika, Almanya, Danimarka, İngiltere’de pandemi devam ediyor. Semptomlar bazı kişilerde hafif oluşsa da, ağır hastalık tabloları, ölümler görülüyor. Erken ve geç postcovid sendromlarının sonuçları yayımlanmaya başladı. Hastalığın hafife alınacak tarafının olmadığı çok açık. Covid enfeksiyonunda ve geçirilmiş covidin bugüne kadar insanda yaptığı, bilmediğimiz hastalık ve tahribatlarını yeni öğreniyoruz. Örnek olarak; etiyolojisi bilinmeyen, kanda Adenovirus, CMV, EBV, HSV, HepatitA, HepatitE etkenlerini tetikleyerek hastalıklarına neden olması. İspanya’da 3 çocukta, İrlanda’da 5 çocukta orijini bilinmeyen ağır hepatit tespit edilmesi. 113 hafif ve orta şiddette Covid geçirenlerin RNA dinamikleri ve semptomlarla korelasyonu on ay süre ile incelenmiş, tanıdan sonraki 1. Haftada: dışkıda RNA pozitifliği %49,2, 4. ayın sonunda orefaringial pozitiflik yok olurken, fekal saçılımın %12,7 devam ettiği, 7. ayda %3,8 inde RNA saçılımı hala devam ettiği, RNA pozitifliğinin Gastrointestinal belirtilerle uygunluğu gösterilmiş. 17 yaş altında kişilerde endokardit, miyokardit görülme sıklığı fazla.

Tam aşılama ve rapellerini yaptırmak çok önemli. OMICRON da tam aşılı olmak viral yüke etkili olmasada RAPEL dozun uygulanması viral yükü azaltıyor. Tam aşılı olmak BioNTec aşısı için iki doz, sonrası RAPEL, bu uygulama güncel duruma, yaş ve sağlık çalışanı olmasına, kişinin özelliklerine göre değişiyor.

Mart 2022 tarihli Covid güncel bağışıklama uygulaması:

SinoVac primer aşı şeması bağışıklama, 0-1-4. aylarda üç doz

BioNTech primer aşı şeması bağışıklama 0.-1. aylarda iki doz

2 doz SinoVac+2 doz BioNTech uygulanmışlarda hatırlatma dozu önerilmez. Veriler ışığında değerlendirilir.

Üç doz BioNTech uygulanmışlarda 65 yaş üstü, immunosupresyon, altta yatan ciddi hastalık, SAĞLIK ÇALIŞANI 5 veya 6. aylarda BioNTech uygulanır. Topluların tam aşılanması pandeminin yok edilmesinde büyük faktör olmakla birlikte diğer koruyucu önlemlerin alınması ihmal edilemez.

Türkiye’de tam aşılama %68 (%62,3+tek aşılama %5,64) olarak bildirilmektedir. Pandeminin yok edilmesinde tek ülkenin aşılamalarını tamamlaması yetmemektedir.

DSÖ 2022 sonbaharında sıçrama yapabilecek pandemi için yani varyantları içeren aşı, (BA2-Beta) hazırlığı yapıyor. Yaptığımız tedavide bazı ilaçların gereksiz, faydasız olduğunu öğrendik (D-vitamini-Aspirin…). Tedavi ve uygulamalardaki değişiklik ve gelişmeleri gelecek yazımda anlatacağım.

SONUÇ: PANDEMİ SONA ERMEMİŞTİR. BULAŞTIRICILIĞI YÜKSEK, SEMPTOMLARI TOLERE EDİLEBİLİR OLARAK DEVAM ETMEKTEDİR. HASTALIK GEÇİRENLER TEKRAR YAKALABİLİRLER. POSTKOVİD SEMPTOMLARI YÖNÜNDEN DİKKATLİ VE TEDBİRLİ OLUNMALIDIR. SONRAKİ MUAYENELER, KONTROLLER İHMAL EDİLMEMELİDİR. EKSİK AŞINIZ VARSA KESİNLİKLE TAMAMLAYINIZ. KİŞİSEL KORUYUCU ÖNLEMLERİ (MASKE, MESAFE, EL VE BEDENSEL HİJYEN) İHMAL ETMEYİNİZ. KALABALIK TOPLULUKLADA BULUNMAMAYA ÇALIŞINIZ. BU ÖNLEMLER SİZİ DİĞER (ÜSY) ENFEKSİYONLARINDAN DA KORUYACAKTIR. AÇIK HAVA VE SPOR YAPARKEN MASKESİZ OLABİLİRSİNİZ. DİKKATLİ OLUNUZ. PANDEMİYİ VE GEÇİRİLEN KUŞKU VE SIKINTILARI GÖZARDI EDEREK, REHAVETE KAPILMAYINIZ.

Sevgi ve Sağlıkla kalın.

Engin SEBER

Hastane Enfeksiyon Komitesi Kurulu Başkanı

 

Güncel aşı tablosu hakkında bilgi almak için BURAYA tıklayabilirsiniz.

PANDEMİNİN BUGÜNÜ

PANDEMİNİN BUGÜNÜ

 

Covid-19, SARS2 Pandemisi ülkemizde, tüm dünyada hızını kesmeden devam ediyor. Toplumlar, ülkeler ekonomik çöküntü yanında, psikolojik bozukluklarla ne yapacağını şaşırdı.

Devletleri yönetenler zora düştüler, pandemilerin yok edilmesinde kullanılan bilimsel koruma ve korunma yöntemlerinden (aşı hariç) vazgeçerek, bazı koruyucu kısıtlamaları kaldırdılar, sözüm ona toplumların rahatlamasını sağladılar! Oysa pandemiler, ekonomi, psikoloji, insan hakları gibi toplumsal yaşam hak ve alışkanlıklarını asla dinlemez. Pandemide hasta sayılarının, ölümlerin tekrar yükselmesi ile bu günlerde birçok ülke önceki aldıkları koruyucu önlemlere dönmek zorunda kaldı. İnsan sağlığını üst düzey önemseyen ülkeler, her şeye rağmen bireysel ve toplumsal önlemleri önkoşulsuz uyguluyorlar. Aşılara rağmen Covid-19 ve varyantları, özellikle Delta, Omicron B2 varyantı ile henüz tanımlanmamış varyantlar pandemiyi devam ettiriyor. Gerçi aşılılarda, özellikle tamamlayıcı aşı yaptıranlarda, gençlerde, hastalık daha hafif seyrediyor ve ölümler daha az. Ancak 65 yaş üzerindekiler hala risk altındalar. Toplumların tamamı aşılanmadan dolaşan virüsü yok etmek kolay değil.

 

Pandemi Bizlere ne Öğretti? Sonuçları ne Getirdi?

  • Bir anda yoğun hasta ve ölümlerle karşılaştık. Toplumlar, dünya ülkeleri böyle bir felakete hazır değildi. Milletler bu gibi pandemilere hazır olmayı öğrendi.
  • Etkene karşı elimizde antiviraller yoktu, bulunan etkisiz antiviraller ve bazı ilaçları (Favipravir, HCQ) rehberlerin önerdiği gibi, uygunsuz olarak kullandık.
  • Rehberler doğrultusunda hasta tedavileri yaptık. Doğru yanlış izolasyon kuralları uyguladık. Başlangıçta 35 güne kadar olan izolasyonu 14-7-5 güne düşürerek bu günlere geldik.
  • En büyük kazanç toplumumuzun el yıkama prensiplerini öğrenmesi oldu.
  • Rehberlerde olan, kullanılmaması gerekli ANTİBİYOTİKLERİ (%5-13 kullanılma endikasyonu olmasına rağmen) %75 irrasyonel olarak kullandık. Bu alışkanlıklar rasyonel antibiyotik kullanma kurallarını göz ardı eden hekimler tarafından alışkanlık haline geldi, halen devam ettiriliyor. Oysaki bakteriyel enfeksiyonlarda kullanılan, bağırsak florasını bozan antibiyotiklerin, immun sistemini olumsuz etkilediğini telaştan unuttuk.
  • Aşılar bulundu, çeşitli cins ve etkideki aşılar büyük bir başarı örneği sergilenerek, bir yıl içinde toplumun hastalıktan korunmasına sunuldu. Normalde bu gibi aşılar 5 yıldan önce hazırlanamaz.
  • Devletler ve toplumlar ekonomik sıkıntıya düştüler, %95 fakirleşme oldu. Birçok iş yeri, fabrika kapandı.
  • Hastaneler hasta yükü ve ekonomik kayıplar nedeni ile zor duruma düştüler. Her şeye rağmen, sağlık kurumu işleticileri, doktor ve sağlık çalışanları büyük fedakârlık göstererek görevlerini yerine getirdiler, hala da getirmekteler.
  • Covid19 hastalığının tanısı, tedavisi, hastalığın çeşitli formasyonlarındaki gelişme ve semptomların gidişini, virüsün ve varyantlarının haritaları çıkarılarak yapılarını, yayınlanan binlerce bilimsel yayınla daha iyi öğrendik.
  • Tedavi ile ilgilenen hekim gurubu yoğun deneyim kazandı.
  • Hafif ve orta olgularda sıklıkla kullanılan ANTİBİYOTİK ve Kortizon, kan sulandırıcı vb. ilaçların verilmemesini, bu ve buna benzer ilaçların AĞIR OLGULARDA YOĞUN BAKIMLARDA kullanılması gerekliliğini öğrendik.
  • Birçoğu faz çalışmalarında olan Covid e karşı spesifik antiviral ilaçlar bulunarak tedaviye sunuldu. (Molnupiravir, Paxlovid…  önümüzdeki günlerde diğerleri)
  • Toplumlarda psikolojik ve psikiyatrik şikâyeti olan hasta sayıları arttı. Önceden kuşku ve korkuları olan kişilerin şikâyet ve semptomları ilerledi.
  • Geçirilmiş Covid-19 hastalığına bağlı multipl organ tutulumları, postcovid sendromları gelişti.
  • Toplumlar satma ve satın almada yeni alışkanlıklar kazandılar, sanal ve internetten satışlar arttı. Buna karşılık internet suçları, dolandırılıcığı da arttı.
  • Uzaktan çalışma olgusu geldi ve benimsendi. Hastaneler dışındaki toplumsal iş yerleri çalışmalarını uzaktan yönetmeye başladılar. (Okullar, bazı bürolar vb.)
  • Toplumlar, kişiler özelliklerine göre sevgi gösteri alışkanlıklarını değiştirdiler, kucaklaşma, öpüşme yerine yumruk ve dirsek temasları aldı.
  • Fütürizm (gelecekteki akıl almaz değişiklikler) tahminlerini ve dahada ilerisi olacak değişiklikleri, yenilikleri, gelişmeleri en az on yıl öne çekti. (evlerde internetten satın almaların patlaması vb.)

Bu sıralamada yazılacak o kadar çok gelişme ve değişiklik var ki, satırlarım anlatmaya yetmeyecek…

Sonuç: Pandemi, biz aldırmasak da tüm ciddiyeti ile devam ediyor. Hastalık ve ölümler oluyor…

 

  • KİŞİSEL KORUYUCU ÖNLEMLERİNİZİ DEVAM ETTİRİNİZ.
  • EKSİK AŞILARINIZ VARSA TAMAMLATINIZ.
  • KALABALIK ALANLARA GİRMEYİNİZ, KAPALI ALANLARDA MASKE TAKMAYA DEVAM EDİNİZ. SPOR YAPARKEN, KALABALIK OLMAYAN AÇIK ALANLARDA MASKE KULLANMAYABİLİRSİNİZ.
  • EL VE VÜCUT HİJYENİNE DİKKAT EDİNİZ.
  • SOSYAL MESAFEYİ KORUMAYA ÇALIŞINIZ.
  • TOPLU TAŞIMA, DÜĞÜN, NIŞAN, GİBİ TOPLULUKLARDAN UZAK DURMAYA ÇALIŞINIZ.
  • MEVSİMSEL UST SOLUNUM YOLU ENFEKSİYONLARI İLE KARIŞAN COVİD-19 ENFEKSİYONUNDA HEKİME MUAYENE OLUN, GEREKSİZ ANTİBİYOTİK KULLANMAYIN.

 

Dr. Engin SEBER

Hastane Enfeksiyon Kontrol Komitesi Başkanı

 

Güncel pandemi tablosuna ulaşmak için BURAYA tıklayabilirsiniz.

BÖBREKLERİMİZİ SAĞLIKLI TUTMAK İÇİN 8 ÖNERİ

BÖBREKLERİNİZİ SAĞLIKLI TUTMAK İÇİN 8 ÖNERİ

Böbreklerimiz, omurgamızın her iki yanında bulunan yumruk büyüklüğündeki organlardır. Birkaç işlevden sorumludurlar. En önemli işlevi, kanımızdaki atıkları, fazla suyu ve diğer yabancı maddeleri filtrelemektir. Bahsettiğimiz atıklar mesanede depolanır ve daha sonra idrar yoluyla dışarı atılır. Bir diğer işlevi vücuttaki pH, tuz ve potasyum seviyelerini düzenlemektir. Ayrıca kan basıncını düzenleyen ve kırmızı kan hücrelerinin üretimini kontrol eden hormonları üretirler. Vücudumuzun kemik oluşturması ve kas hareketlerini düzenlemek için kalsiyumu emmesine yardımcı olan bir D vitamini formunu aktive etmekten de sorumludur. Böbrek sağlığını korumak, genel sağlık için çok önemlidir. Böbreklerimizi sağlıklı tutarak vücudumuz atıkları uygun şekilde filtreleyerek dışarı atacak ve metabolizmamızın düzgün çalışmasına yardımcı olması için hormonlar üretecektir. İşte böbreklerimizi sağlıklı tutmamıza yardımcı olacak bazı ipuçları;

Kilonuzu Koruyun ve Formda Kalın

Düzenli egzersiz yapmak hastalık riskini azaltabilir ve kan basıncınızı düşürebilir. Bu da böbrek hasarını önlemek için önemli olan kalp sağlığınızı korur. 

Kan Şekerinizi Kontrol Edin

Diyabetli kişilerde böbrek hasarı gelişme oranı diğer insanlara göre daha yüksektir. Vücuttaki hücreler kandaki glikozu (şekeri) kullanamadığında, böbrekler kanı filtrelemek için normalden daha fazla çalışmak zorunda kalır. Bu yüzden düzenli olarak kan şekerini kontrol etmek/ettirmek riski azaltır.

Tansiyonunuzu Kontrol Edin

Tansiyon; diyabet, kalp hastalığı veya yüksek kolesterol gibi diğer sağlık sorunlarıyla birlikte oluşursa vücut üzerindeki etkisi önemli olabilir. Sağlıklı bir kan basıncı 120/80’dir. Kan basıncınızı düzenli olarak takip etmek ve diyet yapmak tansiyonunuz için önemlidir.

Sağlıklı Beslenin

Kilolu ve obez olan kişiler, böbreklere zarar verebilecek hastalıklar (diyabet, kalp hastalıkları, böbrek hastalıkları) için risk altındadır. Tuz, işlenmiş et ve diğer böbreğe zarar veren gıdaların tüketimine dikkat etmek, böbrek hastalıklarının oluşumunu önlemede yardımcı olabilir. Karnabahar, balık, kepekli tahıllar gibi doğal olarak düşük sodyumlu taze gıdalar yemeye odaklanın.

Bol Sıvı Tüketin

Günde 1,5 – 2 litre su içmeye özen gösterin. Düzenli olarak su alımı böbreklerin sağlığı için önemlidir. Su, böbreklerinizden sodyum ve toksinleri temizlemeye yardımcı olur. Ayrıca kronik böbrek hastalığı riskinizi azaltır. Daha önce böbrek taşı düşürmüş olan kişiler, ileride taş oluşumlarını önlemeye yardımcı olmak için biraz daha fazla su içmelidir.

Sigara Kullanmayın

Sigara içmek; vücuttaki/böbreklerdeki kan akışını yavaşlatır, damarlara zarar verir ve kanser için riski oluşturur. Sigarayı bırakırsanız kanser riskiniz de azalır.

Hap Formunda Kullanılan İlaçlara Dikkat Edin

Düzenli olarak hap formunda ağrı kesici kullanımı, böbrek hasarına neden olabilir. Günlük olarak hap kullanımı böbreklerinizin sağlığını için risk taşımaktadır. Ağrıyla başa çıkıyorsanız, böbrek açısından daha güvenli tedaviler araştırın ve doktorunuzla konuşun.

Hastalık Riskiniz Yüksek ise Böbreklerinizi Düzenli Kontrol Olarak Edin

Böbrek hastalığı riskiniz yüksekse, düzenli böbrek fonksiyon testleri yaptırmak iyi bir fikirdir. 60 yaş üstü insanlar, kalp hastalığı olan kişiler, ailesinde yüksek tansiyon öyküsü olan kişiler, obezite problemi olan kişiler düzenli olarak böbreklerini kontrol ettirmelidirler.

Böbreklerimiz genel sağlığımız için hayati öneme sahiptir. Bu organlar, vücut atıklarının işlenmesinden hormon yapımına kadar birçok işlevden sorumludur. Bu nedenle böbreklerimize dikkat etmek en önemli sağlık önceliği olmalıdır.

Daha fazla bilgi edinmek için BURAYA tıklayabilisiniz.

OMICRON VE INFLUENZA (GRİP)

OMICRON VE INFLUENZA (GRİP)

Covid-19 varyantları, özellikle DELTA varyantından sonra OMICRON ve şu anda belirleyemediğimiz varyantlar dünyada ve toplumumuzda kol geziyor. Omicron ağılıkta olmak üzere mevsimin uygun olması nedeni ile influenza (grip) da toplumlara geldi, yerleşti. Doğal seyrinde bulaşlarına devam ediyor. Geçen yıl sonundan itibaren omicron varyantı atakları başladı, delta varyantından bir kat fazla insanı enfekte etti. Bu sayının üç kata kadar çıkacağı, 2022 nin şubat ayından itibaren düşüşe geçerek toplumun %50 den fazlasını enfekte edeceği, toplumsal bağışıklık kazanılacağı düşünülüyor. Omicron varyantı hızlı ve çabuk bulaşan bir virüs. Her ne kadar üst solunum yoluna bulaşma ve enfeksiyon yapıyor olsa da uygun bir ortam ve konak bulduğunda akciğer ve az da olsa diğer organları tutabiliyor, hastalık yapabiliyor. Yeterli sayıda aşı uygulananlarda hastalık hafif geçiyor. Bazı kişilerde de hastalık görülmeyebiliyor. Bulaşı asemptomatik olarak atlatabiliyor, yoğun bakım ünitelerine düşmüyorlar. Sonuç olarak korunmanın yanında yeterli doz aşının uygun süre içinde yapılması kişileri bu hastalıktan büyük oranda koruyor. Her ne kadar Covid-19 için üretilen aşılardan virüs kaçabiliyor, aşıların etkisi %50-80 arasında olsa bile, aşı ile oluşan yüksek antikor düzeyi omicron varyantının yaptığı, yapacağı hastalıktan kesinlikle koruyor.

Mevsimsel üst solunum yolu hastalıklarının yaygın olduğu bu kış aylarında (200 e yakın Rhinovirusun yaptığı enfeksiyonlar – soğuk algınlığı hariç) hekimler, hastalık semptomlarının benzerliğinden ikilem içinde olabiliyor. Kesin tanıda muayene ve laboratuvar tetkikleri imdada yetişiyor. Antijen testleri (PCR testi, hızlı testler…) ile hastalık etkeni, antikor testleri (ELİSA, diğer hızlı testler) ile hastalığın varlığı, başlangıcta veya geçirilmiş dönemlerini tanımlamak mümkün oluyor.

 

Omicron, Grip ve Delta Varyantının Semptomları ve Farklılıkları

  • ÖKSÜRÜK: Sırası ile her üç hastalıkta sıklıkla,
  • BOĞAZ AĞRISI: Her üç hastalıkta sıklıkla,
  • HAPŞIRMA: Omicronda sıklıkla, delta ve gripte az,
  • ATEŞ: Grip ve deltada sıklıkla, omicronda az,
  • BURUN AKINTISI: Omicron ve gripte sıklıkla, deltada az,
  • HALSİZLİK: Her üçünde de sıklıkla.
  • BAŞ AĞRISI: Her üçünde de sıklıkla.
  • TAT KOKU KAYBI: Grip ve omicronda var-yok, deltada çok az,
  • EKLEM AĞRISI, NEFES DARLIĞI: Her üç hastalıkta da sıklıkla görülmektedir. Semptomlardaki benzerlikler açıkça ortadadır.

Covid-19 ve influenza (grip) hastalıkları solunum yolları ile bulaşmaktadır. Kısa süre içinde alınan virüsler özellikle elle bulaşan virüsler, elin yüze, göze ağıza sürülmesi durumunda TEMAS yolu ile de bulaşma olabilir. Bu nedenlerle hedefe yönelik aşıların (covid-19, influenza) yapılması, pandemilerde solunum yolu ile bulaşan enfeksiyonlardan korunmak için uygun MASKE kullanma, en az 2 METRELİK MESAFEYE UYUM, EL ve BEDENSEL HİJYEN, KALABALIK TOPLULUĞA GİRMEMEK, DAR ALANLARDA UZUN SÜRE BULUNMAMAK, BU ALANLARIN SIK SIK HAVALADIRILMASI, TOPLU TAŞIMALARDAN UZAK DURMAK, BU TAŞITLARI KULLANMAK ZORUNDA İSENİZ YANDAKİ KİŞİ İLE ve TELEFONLA UZUN KONUŞMAMAK bizleri ve çevremizdekileri bu gibi hastalıklardan koruyacaktır.

Koruyucu önlemler içinde maskenin cinsi ve kullanımı çok önemli. Yapılan bir araştırmada ülkemizde satılan, kullanılan maskelerin %75‘inin işlevsiz olduğu bildirilmektedir. Cerrahi maskelerin ortalarında özel yapı bulunan üç katlı koruyucu tabaka içeren maskeler olması gerekiyor. Mikroorganizmaları ölçülerine göre tutan/geçirmeyen N95, FPP2, FPP3 maskeleri çok özel durumlarda koruyucu olarak kullanılıyor. Maskelerin işlevsel olmaları için yüzü iyi kaplaması, yüze iyi oturması gerekiyor.

Dünyada Covid-19 pandemisi; yapılan istatistiki araştırmalara göre 500.000’den fazla ölüme, nüfusun %99 ‘unun fakirleşmesine neden olmuştur.

Sağlıklı günler dileklerimle…

Dr. Engin SEBER

Hastane Enfeksiyon Kontrol Komitesi Başkanı

 

Diğer blog yazılarımız için BURAYA tıklayabilirsiniz.

Covid-19 ile daha detaylı bilgi edinmek için BURAYA tıklayabilirsiniz.

PCR TESTİ NEDİR ?

PCR TESTİ NEDİR

PCR (Polymerase Chain Reaction), hücre çekirdeğinde bulunan DNA içerisindeki özgün bir bölgeyi enzimatik şekilde çoğaltmayı amaçlayan bir zincir tepkimesidir. Bu sayede PCR çeşitli hastalıklara tanı koymak için kullanılabilir. PCR testi yardımıyla koronavirüse ait olan RNA bilgileri ile kişinin vücudunda virüs olup olmadığı tespit edilebilir. Günümüzde PCR testinin güvenilirliği Dünya Sağlık Örgütü tarafından onaylanmıştır. Yüzlerce ülke tarafından koronavirüs hastalığının teşhisi için kullanılmaktadır. PCR testleri, bir sağlık uzmanı tarafından uygun şekilde yapıldığında doğruluk oranı çok yüksektir.

 

PCR TESTİ NASIL YAPILIR?

PCR testi ucunda pamuk bulunan ince bir çubuk yardımıyla yapılmaktadır. Test çubuğu ile kişinin boğaz ve burun bölgelerinden sürüntü örneği alınır. Bazı durumlarda kişinin balgamı da örnek olarak alınabilir.

Alınan sürüntü örneği 56 (°C) dereceye kadar ısıtılmış asidik bir sıvı solüsyona yerleştirilir. Korona virüsün lipidlerden oluşan zarfının parçalanmasına ve viral RNA’sını açığa çıkarmasını sağlar. Bu örnekten elde edilen RNA daha sonra virüsün saptanabilir olması için yüz milyonlarca kez çoğaltılır.

İdeal koşullarda PCR testinin sonuçlarına çok kısa sürede ulaşılabilir. Ancak yapılan test sayısının fazlalığından dolayı kimi zaman 1-2 günü bulabilmektedir. Testin incelenmek için farklı laboratuvarlara gönderilmesi ve çeşitli aksaklıklar da göz önüne alındığında sonuçların çıkması uzun sürebilmektedir. PCR testi pozitif çıkan bir kişinin virüsü taşıdığı neredeyse kesin olarak söylenebilir. Ancak negatif sonuç veren PCR testleri her zaman güvenilir olmayabilir. Bu yüzden koronavirüsün kesin teşhisi için PCR testine ek olarak, semptomlar ve doktor muayenesi de gerekli olabilmektedir.

 

PCR TESTİ NEREDE YAPILIR ?

PCR Testi, hastanemizde özel olarak ayrılmış numune alma odalarında yapılmaktadır. Numune alımı, arada şeffaf bir alan bulunmakla birlikte sterilize edilmiş ayrı odalarda gerçekleşir. Semptomlu ya da temaslı kişi sırası geldiğinde steril odaya çağırılır. Örnekleme, bireyin burun deliğinden gırtlağına doğru ilerletilen, ucu pamuklu bir çubuk yardımı ile yapılır. 5-10 saniyelik bir işlemden sonra alınan numune, Sağlık Bakanlığı onaylı laboratuvara gönderilir.

 

ANTİKOR TESTİ NEDİR?

Antikor testleri, vücudun belirli bir moleküle karşı saptanabilir miktarda antikor üretip üretmediğini tespit eder. Bu nedenle geçmişte belirli bir virüs veya bakteri tarafından enfekte olup olmadığını ortaya çıkarabilir. Antikor testleri genellikle IgM veya IgG’nin varlığını tespit ederler.

Bu testlerin en büyük özelliği, vücudun koronavirüse karşı yanıt verip vermediğini ölçmektir. İmmünglobulinlerin virüsle temasın ardından 4-7 gün içerisinde yükselir ve hastalık sonrasında da yüksek seyreder. Antikor testleri, kişinin koronavirüs enfeksiyonunu geçirip geçirmediğini ve bağışıklığını tayin etmek için kullanılan oldukça faydalı testlerdir.

 

ANTİJEN TESTİ NEDİR ?

Antikor ve antijen testlerini bir biriyle karıştırmamak gerekir. Antikor testi, bir antijen testi değildir. Antijen testleri, enfeksiyon varlığını tanımlayan, yani kişinin hasta olup olmadığını ölçen bir test türüdür. Antikor testi, kişinin bağışıklık seviyesini ve daha öncesinde enfeksiyon geçirip geçirmediğini tanımlayan test türüdür. Yani antikor testleri, kişinin test yapıldığı dönemde hasta olup olmadığına dair bilgi veremez.

Covid-19 ve grip virüsleri, birbirine çok benzer bulgularla seyredebilen grip benzeri hastalıklara neden olurlar. Grip (Influenza) ve Covid-19’ u birbirinden ayırt edecek net belirti yoktur. Bu ayırımı yapabilmemize yardımcı olarak Antijen testini söyleyebiliriz.

 

COVID-19 yetkilendirilmiş tanı laboratuvarları listesine ulaşmak için BURAYA tıklayabilirsiniz.

Covid ile ilgili yazılarımıza ulaşmak için BURAYA tıklayabilirsiniz.

OMİCRON VARYANTI VE AŞI UYGULAMALARINDA GÜNCEL BİLGİLER

OMİCRON VARYANTI VE AŞI UYGULAMALARINDA GÜNCEL BİLGİLER

Covid-19 (SARS-2) pandemisi ülkemizde ve bütün dünyada yeni varyantları ile ciddiyetini kaybetmeden devam ediyor. Toplumları her yönü ile tehdit ediyor.

DELTA varyantından sonra OMİCRON varyantından geçen yazımda söz etmiştim. Yaklaşık yirmi gün önce yazdığım yazımda Güney Afrika’dan 50 ülkeye yayıldığını ve Türkiye’de daha belirlenmediğini söylesem de bugün bu varyant memleketimiz dahil 150 ülkede görüldü ve hızla yayılma gösteriyor.

 

OMICRON VARYANTI NEDİR?

Omicron varyantının gen haritası Louisiana, St. New Orleans Eyalet Üniversitesi Mikrobiyoloji, İmmunoloji Bölümü ilgilileri tarafından çıkarılarak özellikleri yayınlandı. Endişe verici yanı, çok çabuk bulaşması, mevcut aşıların bu varyanta %55-80 etkili olabilmesi. Bu varyant aylardır fark edilmeden evrimleşiyor, çok sayıda mutasyona neden olmakla birlikte;, aynı zamanda iki alt tür arasında önemli bir çeşitlilik üretiyor. Sonuç olarak evrim göstererek, benzersiz mutasyona sahip oluyor. Şu anda toplumda dolaşan belirlenmiş, belirlenmemiş hastalık yapan birçok mutasyon, varyant var. Yeri geldikçe bu varyantlardan da söz edeceğim.

Omicron varyantı, delta varyantına göre bir misli bulaş gösterirken, Spike (diken) çıkıntısındaki ayrı bir kertik-yapı nedeni ile aşılardan kaçabiliyor. Aşıda bulunan antikor bu yapıya tutunamıyor. Sonuçta aşı etkisi için uygun yeni aşı imal edilene kadar yüksek antikor desteği ile bu kertiğin-çentiğin doldurulması, özellikle aşı ile var olan, oluşan antikorun azalmasına imkân vermeyerek korunmayı sağlamak. Belirli periyotlarda aşı etkisini hatırlatma dozları ile ayakta tutmak. Son zamanlardaki aşı aralıklarının 6 aydan 3 aya indirilmesinin başlıca nedeni budur. Ayrıca tam aşılamadan sonra %85-90 oluşan antikor düzeyi (immun sistemi sağlıklı) kişiden kişiye farklı olmak üzere 3-8 ay koruma sağlayabiliyor. Son zamanlarda yapılan gözlemlerde, kanıta dayalı olarak hastalığa yakalanma ve mortalite oranı % 75- 90 aşı karşıtı veya başka nedenlerle aşı yapılmamış, yaptırmamış kişilerde görülmektedir.

Covid-19 aşısı uygulama programları, son zamanlarda birçok kişide kafa karışıklığına neden olmakta, bu konuda sorular sorulmakta. DSÖ ve Uzmanlık Dernekleri’ne göre aşı uygulamalarında öneriler:

1Hiç aşılanmamış kişilerin bir ay ara ile iki doz Biontech olduktan sonra en erken 3 ay sonra 3.doz Biontech aşılarını olmaları önerilir.

2İki doz Sinovac ve bir doz Biontech aşısı olanların ikinci doz Biontech aşılarını son aşıdan en erken 3 ay sonra olmaları önerilir.

3İki doz Sinovac ardından iki doz Biontech aşısı (toplam 4 doz aşı) olanların hatırlatma dozunu 6 aydan önce almalarına şimdiki bilgilere göre gerek yoktur. 6. ayda yeni verilere göre değerlendirilmelidir.

4- Hastalık geçirdikten sonra iki doz Biontech aşısı olanların hatırlatma dozunu 6 aydan önce almalarına gerek yoktur. 6. ayda yeni verilere göre değerlendirilmelidir.

5Hastalık geçirdikten sonra iki doz Sinovac aşısı olanların, hatırlatma dozunu ikinci Sinovac’tan 3 ay sonra (tercihen Biontech ile) olmaları önerilir.

6Bağışıklık yetmezliği olan kişilerin inaktif aşı yerine mRNA aşıları ile aşılanmaları önerilir. Bu kişiler 1 ay ara ile 3 dozdan (Biontech) oluşan primer aşı şemasını tamamladıktan sonra ek dozların sayısı ve zamanlamasının belirlenmesi için enfeksiyon hastalıkları uzmanlarına başvurması önerilir.

Sonuç olarak, COVİD-19 (SARS-2) pandemisi toplumun hastalığa ve sonuçlarına alışmasına ve hastalığı kanıksamasına rağmen hastalık tüm ciddiyeti ile devam etmektedir. Bazı Avrupa devletleri, aşı uygulamaları yanında 15 günlük kapanma kararları alarak hastalığı önlemede önemli adımlar atmaktadır. Oysa pandemi tüm ülkelerin birlikte alacağı önlemlerle yok edilebilecektir. Görüldüğü gibi virüs boş durmuyor, mutasyonlar ve varyantlarla insanlığa meydan okumaya devam ediyor. Virüse karşı etkili antiviral ilaçlar bulundu. Faz çalışmaları yeni sona eriyor. Sağlıkta esas prensip koruyucu önlemlerin uygulanması ile hiç hasta olmamak.

BAŞTA AŞILANMAK+ MASKE+ MESAFE+ EL VÜCUT HİJYENİNE DİKKAT ETMEK ÖNEMİNİ KORUMAKTADIR. KALABALIK ALANLARDAN, DAR ALANLARDAN UZAK DURULMASI, ODA VE BU ALANLARIN SIK SIK HAVALANDIRILMASINA DİKKAT EDİLMELİDİR.

ÖNCE HASTA OLMAMAK, HASTALANDIKTAN SONRA KULLANACAĞINIZ İLAÇLAR KUŞKUSUZ ÖNEMLİDİR. ANCAK HER HASTALIK İNSAN YAŞAMINDAN ÇOK ŞEYLER GÖTÜRÜR. BİLİNMESİNDE, HATIRLANMASINDA FAYDA VAR.

Dr. Engin SEBER

Hastane Enfeksiyon Kontrol Komitesi Başkanı

Covid-19 ile ilgili daha fazla yazıya ulaşmak için BURAYA tıklayabilirsiniz.

Covid-19 aşılanma oranlarını görmek ve aşı takvimi hakkında daha detaylı bilgiye erişmek için BURAYA tıklayabilirsiniz.

COVİD-19 PANDEMİSİ VE GÜNCEL DURUM

COVİD-19 PANDEMİSİ VE GÜNCEL DURUM

Covid-19 ve varyantlarıyla oluşan pandemi, memleketimizde ve dünyada tüm hızıyla devam etmektedir. Bazı ülkeler pandeminin yaptığı hasarı ve hastalığı azaltabildiyse de 2 seneye yakın süredir eredikasyon sağlanamamıştır. Nedenlerine gelince tüm topluma aşının uygulanamaması, bireylerin koruma önlemlerine gerektiği gibi uymamaları, hastalığı hafife almaları, aşıya karşıt olanlar vb. Oysa ki bir pandeminin eredikasyonu, konunun ciddiye alınması, halkın önlemlere uyması ile mümkündür. Covid-19 hastağına yakalanan kişilerde birçok organ tutulumu (akciğer, böbrek, bağırsak, deri, beyin, karaciğer vb.) oluşur. Aylar hatta yıllarca sürebilir (Postcovid Sendromu-Uzamış Postcovid Hastalığı). Ülkemizde Covid-19 nedeniyle hastalığa yakalananlar dışında günlük exL. sayısı yaklaşık 200 civarındadır. Bu acı gerçek karşısında kişilerin, toplumun ve devlet otoritesinin bu konudaki görevlerini hiçbir taviz vermeden bilimsel gerçekler ışığı altında yerine getirme zorunluluğu olmalıdır. Ülkemizde 2. aşı yapılma oranı %40 civarındadır. Toplumun %67’den fazlasının öngörülen sayıda aşılanmasının toplum bağışıklığında önemli olduğu gerçeği gözardı edilemez. Sağlık bakanlığımızın bu uygulamanın yapılmasının gayreti içinde olduğunu hepimiz bilmekteyiz.

Hava Durumunun Covid-19 ile Bağlantısı

2021’in Kasım aylarındayız. Havaların soğuması ve ısı değişiklikleri nedeniyle birçok insanda üst solunum yolu enfeksiyonları (ÜSYE) semptomlarıyla seyreden enfeksiyonlar gelişti. Üstelik bu semptomlara eklem ağrısı, adele ağrısı, hafif ateş eklenmesiyle; değil hasta olan kişilerde, hekimler bile gördüğü hastaya spontane Covid-19 tanısı koymaya başladı. PCR tanı yöntemleri dışında kesin tanı testi olmaması nedeniyle tüm gelenlere PCR testi yapılıyor. Sonuç olarak hepimiz mesleğin gerekliliklerini yerine getirememe sıkıntısı içindeyiz. Tanıda, telaşa kapılmadan bu hastalıklar düşünülmeli, tedavi edilmelidir.

Immünoloji biliminin bazı temel bilgileri ışığında; kişide bir enfeksiyon hastalığı oluşmuş ise aynı anda ikinci enfeksiyon etkeni, birkaç enfeksiyon hastalığı hariç (Hepatit B ve Hepatit D süper enfeksiyonu vb.) hastalık yapamaz. Biz buna preminasyon bağışıklığı diyoruz. Kabaca anlatmak istersek aslan avını parçaladığı, yediği esnada başka cins hayvanları avının yanına yaklaştırmaz! Yukarıda konu edilen ÜSYE hastalıklarından birine yakalanan kişi nekahat (iyileşme) dönemine girdiğinde immün sistem zayıflamıştır. Her türlü enfeksiyon etkenine ve enfeksiyona açıktır. Başka bir mikroorganizma ile hasta olabilir.

Sonuç olarak dünyada Covid-19 bulaşları ve hastalığı hala yok olmamıştır. Pandemi bütün ciddiyetiyle devam etmektedir. Toplumdaki koruyucu önlemlerin gevşetilmesi hastalığın yayılmasını sürdürmektedir. AŞI + MASKE + SOSYAL MESAFE + EL HİJYENİ + KALABALIK TOPLANTILARDAN KAÇINILMASI gibi önlemler hala uyulması zorunlu önlemlerdir. Sevgi ve sağlık dileklerimle.

 

Hekk. Başkanı Dr. Engin SEBER

 

Covid-19 ile ilgili daha fazla yazı için BURAYABURAYA ve BURAYA tıklayabilirsiniz.

BOĞAZIM AĞRIYOR NE YAPMALIYIM (SEBEBİ BAKTERİ Mİ, VİRÜS MÜ?)

BOĞAZIM AĞRIYOR NE YAPMALIYIM (SEBEBİ BAKTERİ Mİ, VİRÜS MÜ?)

Boğaz ağrısı birçok rahatsızlığın belirtisi olarak ortaya çıkabilir. Boğazda yanma ve hassasiyet olarak da ifade edilen ve yutkunmakla şiddetlenen bu şikayetin en sık sebebi enfeksiyonlardır.

Enfeksiyonlar çoğunlukla virüs kökenlidir. (Soğuk algınlığı, grip ve enfeksiyoz mononükleoz virüsleri gibi) Yine kızamık, suçiçeği gibi virüs hastalıklarının da döküntülerin yanısıra, boğaz ağrısı yapabilecekleri unutulmamalıdır.

Daha nadir olarak bakteri kökenli enfeksiyonlar boğaz ağrısına yol açarlar. Bunların arasında da özellikle bademcik iltihaplarında streptokoklar öne çıkar. Ayrıca aşılamayla büyük oranda sıklığı azalmış olan difteri ve boğmaca bakterileri de sebepler arasında sayılabilir.

Virüs enfeksiyonlarının spesifik bir tedavisi yoktur ve antibiyotiklerden etkilenmezler. Bu durumda tedavi semptomların giderilmesine yöneliktir. Dinlenme, bol sıvı alımı, ağrı kesiciler; burun tıkanıklığı, geniz akıntısı gibi ek bulgular varsa buna yönelik tedaviler kullanılabilir. Virüs kökenli enfeksiyonların olağan seyrinde, bağışıklık sisteminin etkisiyle bulgularda hafifleme ve yaklaşık bir haftalık sürede tam düzelme beklenir.

Bakteriyel enfeksiyonlar daha nadir görülmelerine rağmen daha ağır seyreden, özellikle çocuklarda komplikasyon oluşturabilecek durumlardır. Bu hallerde yine destekleyici tedavinin yanı sıra uygun antibiyotikler de tedavide yer alabilirler.

Bakteri ve virüs kökenli enfeksiyonları ayırmada kesin kriterler olmamakla birlikte, antibiyotik kullanımına karar verirken bu ayrımı yapabilmek önemlidir.

Boğaz Ağrısı Belirti ve Tetkikleri

  • Bakteriyel enfeksiyonlarda yutma güçlüğü çok daha şiddetli ve uzun sürelidir.
  • Genel durum daha belirgin olarak bozulmuştur, ateş genellikle 38.3 derecenin üzerinde ve dirençlidir.
  • Muayene bulguları (kızarıklık, mukoza düzensizliği, farenks bantlarında şişlik gibi) daha belirgindir.
  • Eğer bademcikler tutulduysa şişmenin yanı sıra üzerlerinde beyaz iltihabi döküntüler görülebilir. Boyun lenf bezlerinde ağrılı büyümeler görülebilir.
  • Bakteriyel ağrılarda; hapşırık, öksürük, burun akıntısı gibi diğer bulgular daha siliktir veya hiç yoktur.
  • Doktorun uygulayacağı çeşitli kan tetkikleri, hızlı streptokok testi ve boğaz kültürü gibi testler de antibiyotik kararı vermede yardımcı olur.

Bu ağrıların daha nadir görülmekle birlikte enfeksiyon dışı sebepleri de olabilir. Bu sebepler;

  • Alerjiler
  • Sağlıklı burun solunumu olmaması ve ağızdan nefes almaya bağlı boğaz kuruluğu.
  • Kirli havaya ve sigaraya maruz kalmanın yol açtığı kronik tahriş.
  • Aşırı bağırma ve sesin kötü kullanımına bağlı gırtlak ve adale ağrıları.
  • Reflüye bağlı ağrılar.
  • Tiroidit ve bazı tümörler olabilir.

Genel olarak bir iki haftadan uzun süren boğaz ağrılarında, olası diğer sebeplerin saptanması için ileri tetkik ve değerlendirme önerilmektedir.

COVID-19 AŞISININ ÖNEMİ

covid-19 aşısının önemi

Covid-19 aşısının önemi her geçen gün daha da artmaktadır. Covid-19 pandemisi ile ilgili korunma önlemleri sosyal ve ekonomik nedenlerle gevşetildi ise de yurdumuzdaki ve dünyadaki pandemi henüz bitmemiştir. Virüste gelişen yeni mutasyonlar; özellikle hind mutasyonu (delta) ve birlikte olduğu hind plus mutasyonu ve gelişen diğer mutasyonlar yurdumuzda da görülmekte, dünyanın başına dert olmaya devam etmektedir. Yeterli koruma önlemleri alınmadığı, devam ettirilmediği taktirde covid-19 pandemisi  4. atağının eylül, ekim 2021 aylarında olması kaçınılmazdır. Bilindiği gibi aşı uygulamaları ülkemizde hızla devam etmektedir. Pandemi zincirinin kırılması için toplumun %67’den fazlasına aşı yapılması çok önemlidir.

Aşı uygulamalarının yanında ülkemizde on sekiz aya yakın süredir devam eden covid-19 pandemisine karşı alınan koruyucu önlemleri halkımız ciddiyetle uygulamaya çalışılmaktadır. Bu koruyucu önlemlerin gevşetilmemesi, toplumumuzun tamamı tarafından katı şekilde uygulanması, devam ettirilmesi covid-19 pandemisinin yok edilmesi için zorunludur.

Sonuç olarak gelişebilecek pandemik atakların sonlandırılması; toplumun büyük bir kısmının aşılanmasıyla, 2 metre sosyal mesafe uyumu ile, el ve beden hijyeni ve maske kullanımına uyulmasıyla mümkün olacaktır. Kalabalık topluluklar içine girilmemesi, toplu taşımaların kontrollü kullanılması, toplumun kullandığı dar alanların (wc vb.) havalandırılmadan kullanılmaması, nevrasteniye vardırılmadan her kişinin potansiyel covid-19 hastası olabileceği veya asemptomatik hasta olabileceği düşünülerek yakın ilişkilerin sınırlandırılması, karşılıklı 10 dakikadan fazla konuşulmaması, ellerin yüze göze götürülmeden yıkanması, dezenfekte edilmesi önemini hala korumaktadır. Pandeminin devam edip etmeyeceği bizlerin korunma önlemlerini uygulayıp uygulamadığımıza ve bu bilince sahip  olmamıza bağlıdır. Saygı ve sevgilerimizle.

HEKK Başk. Engin Seber.

NEDİR ŞU TONSİLLİT ?

NEDİR ŞU TONSİLLİT ?

Bademcikler boğazın arka kısmında her iki yandaki kıvrımlar içine yerleşmiş oval şekilli dokulardır. Bademcik enfeksiyonu anlamına gelen latince kökenli “tonsillit” ifadesi hem tıp dilinde hem günlük konuşmada yaygın olarak kullanılmaktadır.

Tonsillit çeşitli virüsler nedeniyle olabileceği gibi, bakteriler nedeniyle de ortaya çıkabilir. Bakteri nedenli tonsillit daha ciddi seyreder, uygun bir tedavi olmadığında ciddi komplikasyonlara yol açabilir.

Belirtiler;

  • Kızarık ve şişmiş bademcikler
  • Boğaz ağrısı
  • Ateş
  • Bademcikler üzerinde sarı-beyaz plaklar
  • Boyunda ağrılı ve hassas lenf bezi büyümeleri
  • Yutma güçlüğü, iştahsızlık
  • Ağız kokusu
  • Ses değişiklikleri

Özellikle çocuklarda görülebilen bulantı, kusma ve karın ağrıları; şeklindedir.

Bademcikler solunum yoluyla alınan mikroplara karşı, bağışıklık sistemimizin ilk koruyucu bariyerleridir. İlk reaksiyonu verirler ve önemli miktarda, mikroplarla savaşan akyuvar hücreleri içerirler. Ergenlik çağı sonrasında bademciklerin bağışıklık sistemindeki rolü göreceli olarak azalır.

Tonsillit çocuklarda ve gençlerde daha sık görülür. Virüs ve bakterilerin kolayca yayılabileceği kalabalık ve iyi havalandırılmayan ortamlar da bir risk faktörü oluşturur. Bunun dışındaki risk faktörleri arasında; sigara içilmesi (pasif içicilik dahil), kötü beslenme, stres, yorgunluk, burun solunumunun bozuk olmasına bağlı kronik ağız solunumu, bağışıklık sistemini etkileyen hastalıklar ve bağışıklığı baskılayan ilaç kullanımı sayılabilir.

Soğuk içeceklerin ve dondurma tüketiminin etkisi bilimsel olarak kanıtlanamamıştır. Soğuk etkisine bağlı damarların daralması ve bunun lokal direnci etkilemesinin; mikropların yerleşip, çoğalmasına zemin hazırladığı düşünülür. Bu konuda yapısal özelliklerin kişiden kişiye değişebileceği unutulmamalıdır. Hassas kişilerin dondurma ve soğuk içecekleri küçük lokmalar halinde ve ağız içinde bir miktar bekleterek tüketmesi daha uygun olabilir.

Virüs kökenli tonsillitlerin bağışıklık sisteminin etkisiye kendiliğinden düzelmesi beklenir, destek tedavileri verilebilir. Bakteriyel tonsillitlerde antibiyotik kullanımı gereklidir. Bakteri ve virüs kökenli enfeksiyonları ayırmada kesin kriterler olmamakla birlikte, antibiyotik kullanımına karar verirken bu ayrımı yapabilmek önemlidir.

  • Bakteriyel enfeksiyonlarda boğaz ağrısı ve yutma güçlüğü genellikle daha şiddetli ve uzun sürelidir.
  • Genel durum daha belirgin olarak bozulmuştur, ateş genellikle 38.3 derecenin üzerinde ve dirençlidir.
  • Bakteriyel tonsillitte; hapşırık, öksürük, burun akıntısı gibi diğer bulgular daha siliktir veya hiç yoktur.
  • Doktorun uygulayacağı çeşitli kan tetkikleri, hızlı streptokok testi ve boğaz kültürü gibi testler de antibiyotik kararı vermede yardımcı olur.

Bakteriyel tonsillitte doktorun önerdiği antibiyotik tedavisi; belirtiler düzelse dahi on gün kadar kullanılmalıdır. Tedavinin erken kesilmesi, hastalığın yenilemesine, yayılmasına ve komplikasyonlara zemin hazırlayabilir. Ağrını giderilmesi, ateşin düşürülmesi, yeterli sıvı alımının sağlanması ve dinlenme; hem viral hem bakteriyel tonsillitte genel tedavi yaklaşımıdır. Özellikle çocuklarda yutma güçlüğü ve ağrıya bağlı ciddi beslenme güçlüğü görülebilir. Kolay yutulabilen sıvı veya yumuşak gıdalarla (ılık içecekler, çorbalar, püreler, yoğurtlar gibi) beslenmenin sağlanması da tedavide önem taşır.

Antibiyotik tedavisine yanıt alınamaması ve vücutta döküntüler oluşması, (bademcik şişmesi ve lenf bezi büyümeleriyle ortaya çıkan enfeksiyöz mononükleoz gibi) diğer hastalıkları akla getirmelidir.

Hastalığa yol açan mikroplar bulaşıcıdır. Dolayısıyla genel hijyen önlemleri önem taşır. Hasta kişilerle yakın temastan kaçınmalı, bardak, çatal, kaşık gibi malzemeler başkalarıyla paylaşılmamalıdır. Ellerin sıkı sık sabunla yıkanması önemlidir. Su ve sabun bulunmadığı durumlarda dezenfektan mendiller kullanılabilir. Yine hastalanan kişilerin bu dönemde okula ve işe gitmeyerek, hastalığı yaymama konusunda gösterecekleri özen toplum sağlığı açısından önem taşımaktadır.

AŞI KARŞITLARININ İDDİALARI VE GERÇEKLER

AŞI KARŞITLARININ İDDİALARI VE GERÇEKLER

Son yıllarda yurt dışında ve yakın zamanda ülkemizde bazı meslektaşlarımız tarafından aşıların zararlı olduğu söylemleri ve basında aşı karşıtları yazıları yer almaktadır.

Aşıları bilinçli kullanan birçok hekim; ikilem içinde kalmaktadır. Kuşkusuz bazı aşıların kişilerde ciddi olarak 1/100.000-1/1.000.000 oranında yan etkileri görülebilmektedir. Bu yan etkiler tarafımızdan bilinmekle birlikte hastaya-hastalığa fayda ve zararları göz önünde tutularak aşı uygulamaları başarı ile yürütülmektedir. Bilimsel dayanağı olmayan, somut, ispat edilmemiş aşı katkı maddelerinin insanlarda hastalık yaptığı söylemleri hekimler arasında hızla yayılmaktadır. Bu olumsuz durum halk arasında, hatta entelektüel kesimde daha çok taraftar bularak, bazı kişilerin dini inançları nedeniyle de insanlığın büyük, faydalı buluşlarından biri olan aşıların uygulanması engellenmektedir. Bu düşüncenin zararı önce kişiye, sonrada topluma olacaktır.

Bu konuda Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Derneği tarafından hazırlanan yazıyı bilgilerinize sunuyorum.

Sevgi ve Saygılarımla.
Dr. E. SEBER

 

Aşı Karşıtlarının İddiaları ve Gerçekler

Aşı karşıtlarının etkisini azaltabilmek, her fırsatta ve her ortamda bilimsel gerçekleri ortaya koymakla mümkündür. Aşı karşıtlarının dile getirdiği belli başlı iddialar ve o iddialara yanıt niteliğindeki bilimsel gerçekler:

 

İDDİA 1: Hastalıklar, sağlıklı yaşam koşulları ve temiz gıda/su temini sayesinde aşılamalardan önce ortadan kalkmaya başlamıştır.

Bu gibi ifadeler aşı karşıtlarının literatüründe çok yaygındır, niyet aşıların gerekli olmadığını düşündürmektir. Daha iyi bir beslenme, temiz içme suyu, başta antibiyotikler olmak üzere tıbbi tedavilerin gelişmesi sağ kalım oranlarını artırmıştır. Daha az kalabalık ve sağlıklı yaşam koşulları hastalık bulaşını azaltmıştır. Bunlar doğrudur. Ancak bir hastalığın görülme sıklığının yıllar içindeki değişimine bakıldığında aşıların ne kadar etkili olduğu şüphe götürmez bir şekilde görülür. Örneğin yıllar boyunca periyodik iniş çıkışlar olsa da kızamık görülme sıklığında gerçek kalıcı düşüş 1963’de kızamık aşı lisansının alınması ve kızamık aşısının yaygın kullanılmaya başlamasıyla örtüşmektedir. Benzer düşüş, çocuklarda öldürücü solunum yolu infeksiyonları ve menenjit yapan Haemophilus influenzae’ya karşı aşı geliştirilmesiyle de yaşanmıştır. Üstelik bu düşüş sosyoekonomik düzeyi yüksek olan gelişmiş batı ülkelerinde ve yakın zamanlarda gözlenmiştir (ABD’de 1990’da yılda 20.000 olgudan 1993’de 1.419 olguya).  Benzer örnekler ülkemizden de verilebilir: Türkiye’de de kabakulak olgu sayısı 2005 yılında 20.000 iken yaygın aşılama ile 2017’de 419’a düşmüştür.

İDDİA 2: Bir salgın ortaya çıktığında hastalanan kişilerin çoğu aşı olanlardır. Aşılar etkisizdir.

Bu, bilimi alet ederek yalan söyleme taktiği ile üretilmiş aşı karşıtlarının uydurduğu bir iddiadır. Salgınlarla seyreden çocukluk çağı hastalıklarında gerçekten de hastalananların sayıca çoğunluğu aşılı olanlar olabilir. Ancak bu aşıların etkisiz olduğunu göstermez. Şöyle ki; aşılanan çocuğu riske atmamak amacıyla aşının içine ölü veya zayıflatılmış virüs konulduğundan ve çocuğun bağışıklık sistemi ile ilgili nedenlerden dolayı hiçbir aşı %100 etkili değildir. Aşılanan çocukların ortalama %85-95’i korunurken %5-15’inde aşıya rağmen hastalık gelişebilir. Toplumda aşılanmış çocukların sayısı aşılanmayanlara kıyasla çok fazla olduğu için hastalananlar arasında aşılanmış çocukların oranı da fazla olacaktır. Ancak bu aşılanan çocukların %90’ının korunurken aşılanmayanların %100’ünün hastalandığı gerçeğini değiştirmemektedir.

İDDİA 3: Aşı olmaktansa hasta olmak daha iyidir; çünkü aşılar hastalığın kendisi kadar koruyucu değildir.

Hastalığı geçirmek de aşılanmak kadar (bazı durumlarda daha fazla) bağışıklık oluşturur. Ancak aşılanmak yerine hastalığın kendisini geçirerek bağışıklık kazanmanın ağır bedelleri olabilir: Kızamığa bağlı ansefalit, körlük ve ölüm, kızamıkçığa bağlı doğum kusurları, bakteriyel menenjit sonrasında zeka geriliği ve sinir hasarı, çocuk felci infeksiyonundan sonra kalıcı felçler, Hepatit B virüsüne bağlı olarak karaciğer kanseri veya ölüm gibi ağır bedeller ödenebilir. 4.  Küçük bir bebeğe çok sayıda aşı yapmak (çok ve çeşitli antijen vermek) bağışıklık sisteminin çalışmasını bozarak pek çok hastalığa yol açabilir. Bebekler doğumdan itibaren her dakika çok sayıda yabancı antijenle karşılaşırlar. Annesinin vücudundan ve çevreden çok sayıda mikroorganizma bebeğin vücuduna yerleşir. Bebek ek gıda almaya başladığında ise gıdalarla çok sayıda mikroorganizma ve farklı antijenlere maruz kalır. Geçirdiği nezle gibi infeksiyonlar antijenik uyarıya sebep olur.  Basit bir nezle 4-10 farklı antijen, beta infeksiyonu 25-50 farklı antijenle karşılaşması demektir. Aşılarla verilen antijenlerin sayısı çocuğun karşılaştıklarının yanında karşılaştırılamayacak kadar az miktardadır. Aşılama doğadakinin aksine kontrollü bir antijenik uyarımdır. Bilimsel veriler aynı anda farklı aşılar yapmanın bağışıklık sistemi üzerinde olumsuz bir etkiye neden olmadığını ayrıca yan etkinin de artmadığını göstermektedir.  5. Anne sütü, içeriğindeki maddelerle bebeği infeksiyonlardan korur. Bebeklere ilk iki yaşta çok sayıda aşı yapmaktansa iki yaşına kadar anne sütü vermek yeterlidir. Anne sütünün infeksiyonlardan koruduğu bilimsel bir gerçektir. Hatta hekimler anne sütünü bebeğin ilk aşısı olarak tanımlar ve bebeğin anne sütüyle beslenmesini teşvik ederler. Ancak aşılar olmadan tek başına anne sütü, kızamık, kızamıkçık, tetanoz, difteri gibi öldürücü hastalıklardan koruyamaz. Üstelik bu hastalıklar sadece yaşamın ilk iki yılında görülmezler, yani sadece çocukluk hastalığı değildirler. Aşılanmamış bir çocuk erişkin yaşa kadar bu hastalıklara yakalanmazsa mutlaka erişkin yaşta yakalanacaktır. Anne sütü tam bir koruma sağlamayacağı gibi kesilir kesilmez koruyucu etkisi de ortadan kalkar. Oysa aşıların etkisi (belli aşılarda ek dozlar yapılmak kaydıyla) ömür boyu devam eder.

İDDİA 4: Ülkemizde aşıyla önlenebilir hastalıklar kaybolmaya yüz tuttuğu için çocuklarımıza aşı yaptırmamıza gerek yoktur.

Ülkemizde aşıyla önlenen çocukluk çağı hastalıklarının çok azaldığı doğrudur. Bu hastalıkların artık unutulacak kadar nadir görülmesinin nedeni yıllardır başarılı bir şekilde uygulanmakta olan bağışıklama programlarıdır. Ülkemizde doğan çocukların %90’dan fazlası aşılarını tamamladığı içindir.  Ancak halen dünyanın pek çok bölgesinde bu hastalıklar görülmektedir ve artan seyahatler, göç ve mültecilik gibi nedenlerle çok kolayca sınırları aşabilmektedir. Aşılanma oranlarının biraz azalması, örneğin kızamık için %95’in altına düşmesi, salgının görülmesi için yeterlidir. Nitekim ülkemizde 2011’de 105 kızamık olgusu (çoğu dışarıdan gelen kişiler) varken 2013’te salgın yaşanmış ve sayı 7.405’e çıkmıştır.

İDDİA 5: Aşıların içinde koruyucu olarak civa gibi tehlikeli elementler, alüminyum gibi zararlı maddeler bulunur.

Aşılarda bakteriyel kontaminasyonu engellemek için kullanılan timerosal diye bilinen madde organik bir civa bileşiğidir. Doğada toprakta, havada ve sularda bulunan civanın iki formu vardır: Metil-civa ve etil-civa. Metil-civa vücutta birikerek yüksek dozlarda insanlarda zehir etkisi gösterir. Etil-civa ise metil-civa’ya göre çok hızlı vücuttan atıldığı için toksik dozlara ulaşmaz. İnsana zarar vermez. Timerosal etil-civadır ve sadece çoklu doz içeren flakon şeklindeki aşılarda bulunur. Tek kişiye yapılmak için hazırlanmış enjektörde bulunan aşılarda zaten timerosal (etil-civa) yoktur. Timerosalin otizm yaptığı iddiası da ortaya atılmıştır. Ancak yapılan bilimsel çalışmalar timerosal ile otizm arasında hiçbir ilişki olmadığını göstermiştir.

Alüminyum ve skualen gibi maddeler aşıların etkisini artırıcı (adjuan) olarak 1930’lardan beri kullanılmaktadır. Bu maddeler de tıpkı civa bileşikleri gibi doğada çok yaygın olarak bulunurlar ve insanlar aşılarda karşılaştıkları adjuanlardan çok daha fazlası ile günlük hayat içerisinde karşılaşırlar. Üstelik her aşının içinde adjuan yoktur. Bugüne kadar yapılan bilimsel araştırmalar aşıların içindeki adjuanların insana zarar vermediğini göstermiştir.

İDDİA 6: Aşılar güvenli değildir; pek çok aşının çok tehlikeli yan etkileri vardır.

Bu da yine aşı karşıtlarının ortaya attığı bir iddiadır. Aşılar çok güvenlidirler. Lisanslı bir aşı, kullanım için onay almadan önce çok sayıda deneme aşaması boyunca titizlikle test edilir ve piyasaya çıktıktan sonra düzenli olarak yeniden değerlendirilir. Bilim adamları ayrıca, bir aşının olumsuz bir etkiye neden olabileceğine dair olası bir durum için çeşitli kaynaklardan gelen bilgileri sürekli olarak takip ederler. Çoğu aşı reaksiyonları, genellikle lokal ağrı veya hafif ateş gibi geçici reaksiyonlardır. Nadiren ciddi bir yan etki bildirilmesi durumunda bilimsel kurullar tarafından hemen ciddiyetle araştırılmaktadır. Ancak şu da bilinmelidir ki tıpta bir yöntemin güvenli olup olmadığına karar verirken o yöntem uygulanmadığında neler olacağına da bakılır. Elbette aşılanma çok nadir (kabaca yüz binde bir ile milyonda bir arasında bir olasılıkla) ciddi yan etkiye neden olabilir. Ancak aşılanmamak çok daha tehlikeli ve zararlıdır.

Aşılar her açıdan güvenlidirler. Hatta duş almaktan, yemek yemekten veya dışarda dolaşmaktan daha güvenlidirler. Çünkü sadece ABD’de her yıl 350 kişi duş veya banyo kazası nedeniyle, 200 kişi yemek yerken nefes borusuna kaçırarak, 40 kişi yıldırım çarpması ile hayatını kaybetmektedir.

İDDİA 7: Aşı yaptırıp yaptırmamak kişisel bir karardır. Benim çocuğuma aşı yaptırmamam kimseyi ilgilendirmez.

Aşılanma sadece aşılanan kişiyi değil tüm toplumu koruyan bir yöntemdir. Çünkü toplumdaki aşılı kişi sayısı çok yüksek olursa hastalık salgın yapamaz; aşı karşıtları, aşılanan kişiler sayesinde hastalıktan korunmuş olur (toplum bağışıklığı). Ancak aşılanmayan kişi sayısı artarsa, toplum bağışıklığı etkisi azalır ve salgınlar görülür. Bu nedenle aşı olma kararı salgın yapabilen infeksiyonlar söz konusu olduğunda bireysel bir karar değil, toplum sağlığı için bir gerekliliktir.

Bu konu ülkemiz açısından çok kritiktir. Son yıllarda ülkemizde çocuklarına aşı yaptırmayan ailelerin sayısı tehlikeli bir şekilde artmaktadır: 2014’te 1.370, 2015’te 5.091, 2016’da 11.470 iken 2017’de 23.000’i geçmiştir. Bu artış trendi devam ettiği takdirde önümüzdeki yıllarda büyük salgınlar kaçınılmaz olacaktır. Nitekim salgınların ilk bulguları görülmeye başlamıştır. 2013 yılındaki salgın sonrasında yapılan aşı kampanyası sayesinde kızamık olgu sayısı 2016 yılında sadece 8 iken, 2017 yılında 84 olmuş, 2018 yılında 557’ye ulaşmıştır.

İDDİA 8: Aşılarla ilgili çok yan etki var, ama aşı firmaları bunların bilinmesine engel oluyor.

Aşılar toplum sağlığını ilgilendiren ürünler olduğu için aşı uygulamaları bağımsız bilimsel kuruluşlar (Dünya Sağlık Örgütü, Uzmanlık Dernekleri, Avrupa Hastalık Kontrol Merkezi, CDC vb) ve ulusal sağlık otoriteleri tarafından günü gününe izlenmektedir. Tüm dünyada çok titiz çalışan aşı yan etkisi takip sistemleri vardır ve aşılar yan etki açısından ilaçlardan çok daha yakın takip edilir. En ufak bir şüphe oluştuğunda bağımsız bilim insanlarından oluşan komisyonlar kurularak araştırılır, bilimsel ortamlarda şeffaf bir şekilde paylaşılır, tartışılır ve sonuçlar tüm hekimlere ve sağlık çalışanlarına duyurulur.

Sonuç olarak;

Aşılar insanoğlunun sağlık alanındaki şüphesiz en değerli buluşudur. Bilimsel olarak aşılarla ilgili tartışılacak çok başlık olduğu ve bilim insanları arasında, bilimsel ortamlarda tartışıldığı doğrudur. Ancak bu tartışmalar sadece daha etkili, daha az yan etkisi olan daha ucuz ve pratik aşıların nasıl geliştirilebileceğine ve aşılanma oranlarının nasıl artırılabileceğine ilişkindir. Aşı karşıtlarının ortaya attığı iddialar gibi değildir. Hiçbir bilimsel ortamda aşıların gerekli olup olmadığının tartışıldığını duyamazsınız. Aşıların çağımızın üretim ilişkileri içinde, kapitalist sistemin işleyişine tabi olarak büyük şirketler tarafından üretilmesi, satılması ve kullanılması da aşılara karşı olmak için bir gerekçe olmamalıdır. Yapılması gereken, insanların aşı olmaması için değil, tam tersine, aşıların gelişmiş-gelişmemiş tüm ülkelere aynı miktarda ve kolaylıkla temin edilmesi, zengin-fakir herkese ücretsiz şekilde yapılması için mücadele etmektir. Aşılar bütün insanlık içindir.

Prof. Dr. Alpay AZAP
KLİMİK Derneği Başkanı

 

Daha detaylı bilgi ve kaynak için BURAYA tıklayabilirsiniz.

Diğer yazılara göz atmak için BURAYA tıklayabilirsiniz.

DELTA VARYANTI HAKKINDA MERAK EDİLENLER

Delta Varyantı Hakkında Merak Edilenler

DELTA VARYANTI HAKKINDA

 

Soru: SARS-CoV-2 virüsünün (özellikle Delta varyantının) gelişimi sürpriz midir?

Cevap: Hayır sürpriz değildir. Virüsler sıkça mutasyon geçirirerek kendilerini farklılaştırırlar. Ancak her mutasyon varyant demek değildir.

 

Soru: Virüsün mutasyon geçirmesine aşılar mı neden oluyor?

Cevap: Hayır, virüsün mutasyon geçirmesinin en önemli koşulu özgürce çoğalabilme fırsatını bulmasıdır. Mikroorganizmalar kendilerini çoğaltırken genetik hata yaparlar ve biz buna mutasyon deriz. Eğer çoğalırken yapılan “hata”, canlının hayatta kalmasını güçlendiriyorsa o mutasyon o canlı grubunda baskın olarak devam eder. Aksine “hata” dediğimiz mutasyon, canlının yaşamasını güçlendirmiyorsa elenir gider zamanla. Aşılanma ise mikroorganizmalara karşı insanın bağışıklık sistemini güçlendirip virüsün çoğalmasını engellediği için hataları, yani mutasyonları ve mutasyonlar sonrasında yeni varyantların oluşumunu engeller.

 

Soru: Mutasyon ile varyant arasındaki fark nedir?

Cevap: Mutasyon, mikroorganizmadaki genetik değişikliktir. Tek başına bir önemi yoktur. Ancak eğer bu mutasyonlar artarsa mikro organizmanın davranışı değişir –ki biz o zaman bu yeni değişmiş mikroorganizmaya varyant deriz.

 

Soru: Delta, böyle bir varyant mıdır?

Cevap: Evet, orijinal SARS-CoV-2 virüsünde zamanla pek çok mutasyon olmuş ve orijinal virüsün davranışı değişmiştir. Dünya Sağlık Örgütü bu davranışı değişmiş SARS-CoV-2 virüsünü “Delta Varyantı” olarak adlandırmıştır.

 

Soru: Delta varyantının davranışında nasıl bir değişiklik olmuştur?

Cevap: Delta’nın orijinal virüsten en önemli farkı insan hücrelerine bağlanabilme kapasitenin artmış olmasıdır. Bu değişim sayesinde delta varyantı önceki haline göre çok daha bulaşıcı bir biçime dönüşmüş ve su çiçeği kadar bulaşıcı bir karakter kazanmıştır.

 

Soru: Delta varyantı ile hastalanan kişilerin yakınmalarında da bir değişikliğe yol açmış mıdır?

Cevap: Evet. Delta varyantı ile hastalanan kişilerin ilk yakınmaları öksürük ve koku kaybından ziyade burun akıntısı, boğaz ve baş ağrısı olmaktadır.

 

Soru: Delta varyantı orijinal virüs ve diğer varyantlara kıyasla daha az şiddette hastalığa mı yol açıyor?

Cevap: Hayır, tam aksine delta varyantının diğer varyantların aksine daha ağır hastalığa yol açabildiği yolunda ciddi veriler vardır. Daha önemlisi bu varyant, COVID-19 hastalığının tedavisinde temel ilaçlardan birisi olan monoklonal antikorlara karşı da daha dirençlidir.

 

Soru: Delta varyant ile ölüm sayıları geçmişe kıyasla daha mı düşük?

Cevap: Aslında düşük değil. Sadece günlük yüz civarındaki ölümlere alıştık. Ayrıca eskiden bu vefat sayılarına ulaştığımızda günlük vaka sayıları daha yüksekti.

 

Soru: Yapılan aşılar işe yaramadı mı?

Cevap: Tam aksine çok işe yaradı. Hatırlarsanız aşı öncesi hemen her gün bir sağlık çalışanı ölüyordu. Aşıdan sonra bu ölümler çok azaldı.

 

Soru: Aşılanma delta varyantında işe yaradı mı?

Cevap: Evet yaradı. Ne yazık ki halen kaybettiğimiz insanların çoğu ya hiç aşılanmamış ya da aşılarını tamamlamamış kişilerdir. Aşılanmayı ne kadar arttırırsak delta varyantının yol açtığı ölümler de o oranda azalacaktır. Zaten araştırmalar aşılanmamış kişilerde delta varyantının daha ağır hastalığa yol açtığını göstermektedir.

 

Soru: Kullanılan aşılar tüm varyantlara karşı koruyucu mu?

Cevap: Evet tüm aşılar tüm varyantlara karşı halen koruyucu. Ne iyi ki aşının etkisiz olduğu bir varyant henüz gelişmedi. Ancak eğer aşılama yaygınlaşmazsa virüs hayatta kalabilmek için bu yönde mutasyonlar geçirerek aşıların etkisiz kalabileceği bir varyant geliştirebilir.

 

Soru: Aşıların etkili olmasından ne anlamalıyız?

Cevap: Aşıların ilk ve öncelikli amacı ağır ve ölümcül COVID-19’ un geçirilme ihtimalini önlemektir. Hem ölü virüs aşıları (örneğin CoronaVac), hem viral vektör aşıları (örneğin Sputnik V), hem de mRNA aşıları (örneğin Pfizer-BioNTech aşısı olan Comirnaty) ağır ve ölümcül şiddetli COVID-19 hastalığını yüzde 90’ların üzerinde önleyebilmektedir.

 

Soru: Tek doz aşı korur mu?

Cevap: Türkiye’ de kullanılan aşıların tümü iki doz ile etkin biçimde koruma sağlamaktadır. Bunun tek istisnası daha önceden hastalık geçirmiş olmaktır. Daha önce hastalık geçirmiş olanlar tek doz mRNA (Türkiye için Pfizer-BioNTech aşısı olan Comirnaty) aşısı ile korunabilirler.

 

Soru: Aşı olan hastalık geçirebilir mi?

Cevap: Evet geçirebilir. Çünkü halen kullanımdaki aşılar hastalığın hafif biçimde geçirilmesini tam olarak önleyememektedirler. Öte yandan mRNA aşıları hastalığın hafif formunu önlemek konusunda en etkin aşılardır. Ayrıca hangi aşı uygulanmış olursa olsun maskenin ağız ve burunu örtecek biçimde takılması COVID-19’un geçirilmesini ve hastalığın başka kişilere bulaşmasını çok etkin biçimde engeller.

 

Soru: Aşı olmuş kişilerin bulaştırma kapasitesi ve süresi aşı olmamış kişilerle aynı mıdır?

Cevap: Hayır değildir. Aşılanmış kişiler, aşılanmamış kişilere göre hem daha az virüs taşırlar hem de daha kısa süre bulaştırıcıdırlar. Çalışmalar bu iki nedenden dolayı toplum genelinde hastalığı yayan kişilerin ağırlıkla aşılanmamış kişiler olduğunu ortaya koymaktadır.

 

Soru: PCR testleri delta ve diğer varyantları saptayabilir mi?

Cevap: PCR başta olmak üzere COVID-19’a yönelik tüm testler varyantları tespit edebilir ancak hangi varyant olduğunu söyleyemez. Varyant ayrımını yapmak için ileri genomik incelemeler yapmak gereklidir.

 

Soru: Varyantlardan korunma yöntemlerinde bir değişiklik var mı?

Cevap: Evet “Maske, (Fiziksel) Mesafe, Hijyen” üçlüsüne “Havalandırma” eklenmiştir. Kapalı alanların etkin biçimde özellikle doğal yoldan havalandırılması korunmanın temel bileşenlerinden birisi haline gelmiştir.

 

Soru: Standart tıbbi maske kullanmak yeterli mi?

Cevap: Kapalı mekânlarda çalışma zorunda kalan insanlar için yeterli olmayabilir. Bu kişiler mümkünse standart cerrahi maske yerine havadaki virüsün yüzde 95’ini süzen özel maske kullanmalıdır.

 

Soru: Bunlara ek olarak sağlıklı olmak için neler yapılmalı?

Cevap: Ölçüm yapılarak D vitamini eksikliği gösterilmediği sürece D vitamini alınmamalı. Besin takviyeleri kullanılmamalı. Sigara ve/veya herhangi bir tütün ürünü kullanılıyorsa hemen bırakılmalı. Elektronik sigara ve ısıtılmış tütün ürünlerinin de COVID-19 hastalığını ağırlaştırdığı bilinmeli. Açık havada spor yapmak ve ideal kilonun koruyucu olduğu unutulmamalı.

 

Soru: Kapalı alanlar ve havalandırma deyince aklımıza okullar geliyor. Sizce okullar açılmalı mı? Yüzyüze eğitim büyük bir risk değil mi?

Cevap: Evet bir risk. Tümüyle güvenli koşullar yok ne yazık ki. Ancak ülke olarak bir konuda karar vermeliyiz: Eğitim riskini mi göze alalım, turizm faaliyetlerini mi? Çok açık ki ekonomi uğruna turizm riskini göze aldı. Oysa turizm gelirleri kısa dönemli kazançtır. Eğitim ise bir toplumun orta – uzun dönemini belirler. Ne yazık ki Türkiye, ekonomik sorunlar nedeniyle ülke olarak orta – uzun dönemini kaybediyor. Özellikle orta – düşük sosyoekonomik kesimlerin yaşama tutunabilme şansını yitiriyor. Okulların kapalı olması nedeniyle erkek çocuklar hızla çalışmaya, kız çocuklar ise evlenmeye yönlendiriliyor. Bu nedenle geleceğimi yitirmemek için okulları mutlaka yüz yüze eğitime açmalıyız. Güvenli eğitim ortamını oluşturmalıyız.

 

Soru: Sizce güvenli eğitim ortamı nasıl oluşturulur?

Cevap: Öncelikle Türkiye genelinde halen artış döneminde olan salgını baskılamalıyız. Eğer ülke olarak okulların açılacağı Eylül ayına günlük yirmibinleri aşan bir hasta sayısı ile girersek okulları açık tutmayı başaramayız. Ayrıca bu dönemde hızla öğretmenleri aşılamak ve hem yeni sınıflar yapıp hem de yeni öğretmen istihdamı yaparak öğretmen başına düşen öğrenci nüfusunu azaltmak zorundayız. Son olarak sınıfların havalandırmasını yetkinleştirmeliyiz. Tüm bunlar başarılmayacak işler değil. Unutmayalım bir yılı aşkın bir zamandır okullarımız kapalıydı. Zamanımız oldukça çoktu.

 

Soru: Okulları açtıktan sonra neler yapılmalı?

Cevap: Okullarda hem öğretmenler hem de öğrenciler için yaygın PCR ve hızlı test taramaları yapılmalı. Aileler de yakınması olan çocukları okula birkaç gün göndermeyerek okulların açık kalmasına katkı sunmalı.

Türk Toraks Derneği
http://www.toraks.org.tr/

 

“YAZIN BİLE SÜREKLİ NEZLE OLUYORUM” DİYORSANIZ, SORUNUNUZ MEVSİMSEL ALERJİK RİNİT OLABİLİR

“YAZIN BİLE SÜREKLİ NEZLE OLUYORUM” DİYORSANIZ, SORUNUNUZ MEVSİMSEL ALERJİK RİNİT OLABİLİR

Alerjik rinit soğuk algınlığı benzeri semptomlarla seyreden bir hastalıktır. Üst solunum yolu enfeksiyonlarına benzer gibi görünse de, sebebi virüsler veya bakteriler değildir. İç veya dış ortamda bulunan alerjenlere karşı burun mukozasının bir anormal yanıtı olarak ortaya çıkar.
Görülme sıklığı giderek artmakta ve yapılan çalışmalara göre % 20-30 arasında değişmektedir. Yıl boyu devam eden formları olduğu gibi, sadece mevsimsel olarak ortaya çıkan formları da vardır. Bazı formlar ise, semptomların yıl boyu sürmesi ve ek olarak mevsimsel şiddetlenmeler şeklinde seyreder.

ALERJİK RİNİT ÇEŞİTLERİ VE SEBEPLERİ

Yıl boyu süren alerjik rinitte genellikle küfler, ev tozu akarları, böcekler ve hayvan tüyü gibi alerjenler sorumludur. Mevsimsel alerjik rinitte ise yabani ot, çimen ve ağaç polenleri gibi alerjenler sorumludur. Yaşanan bölgeye göre değişmekle birlikte; ağaç polenleri genellikle ilkbaharda, çayır çimen polenleri ilkbahar ve yazda, yabani ot polenleri ise genellikle sonbahardaki mevsimsel rinitlerin sebebidir.
Mevsimsel alerjik rinit için saman nezlesi, bahar nezlesi, yaz nezlesi gibi isimler de kullanılır.
Burun tıkanıklığı ve akıntısı; hapşırık; burunda, bazen de damak ve boğazda kaşıntı; gözlerde kızarıklık, kaşıntı ve sulanma; göz altlarında şişlik ve morarmalar; sinüslerde basınç hissi ve yüz ağrısı; öksürük; koku ve tad bozuklukları gibi semptomlar görülebilir.
Aynı semptomlar soğuk algınlığında da görülebilir. Ancak alerjik rinitte burun akıntısı daha sulu ve renksizdir, soğuk algınlığında daha koyu ve beyaz veya sarı renkte olabilir. Soğuk algınlığında semptomlar, virüse maruz kaldıktan bir kaç gün sonra görülür ve ortalama 5-7 günde hafifler. Alerjik rinitte ise bulgular alerjene maruz kalıştan hemen sonra ortaya çıkar ve bu temas devam ettikçe semptomlar da sürer.
Alerjik rinit herhangi bir yaşta başlayabilir. Ancak çocukluk ve gençlik dönemlerinde ortaya çıkışı daha sık görülen bir durumdur.
Bu hastalıkta bağışıklık sistemi, (solunum yoluyla alınan ve aslında zararlı olmayan) kimi maddeleri, hatalı bir biçimde zararlıymış gibi algılayarak bunlara karşı anormal bir bağışıklık yanıtı geliştirir ve antikorlar oluşturmaya başlar. Alerjenlerle temas edildiğinde bu antikorlar aracılığıyla bir reaksiyon oluşur ve salınan bir takım kimyasal maddelerle birlikte bu alerjik semptomlar ortaya çıkar.
Mevsimsel alerjik rinit, semtomların yoğun seyretmesiyle yaşam kalitesini belirgin olarak düşürür. İş ve okul performansını olumsuz etkiler. Uyku kalitesini düşürerek, buna bağlı ek problemler ortaya çıkarır. Astımı olanlarda astım ataklarını tetikleyebilir. Sinüzite ve özellikle çocuklarda kulak enfeksiyonlarına zemin hazırlayabilir.
Tanıda en değerli kriterler hastalığın öyküsü ve fizik muayene bulgularıdır. Gerekiyorsa cilt testleri veya kanda bakılan spesifik alerji testleri uygulanabilir.
Mevsimsel alerjik rinitte alerjene maruziyetten kaçınmak çok önemlidir. Bunun için alınabilecek önlemler şöyle sıralanabilir:
-Polen mevsimlerinde kapı ve pencereleri kapalı tutulması
-Çamaşırların bu mevsimlerde dışarı asılmaması (Polenler çarşaf, havlu ve kıyafetlere yerleşebilir)
-Evde, işte ve arabada filtreli klima ve havalandırma sistemleri kullanılması
-Alerjenlerin en yaygın olduğu sabah saatlerinde mümkünse dışarı çıkılmaması, zorunluysa maske takılarak çıkılması
-Bu dönemlerde bahçe işlerinden uzak durulması
Tüm önlemlere rağmen alerjenlerden her zaman uzak kalmak mümkün olmayabilir. Bu durumda semptomları azaltacak burun spreyi ve tabletler şeklinde çeşitli ilaçlar doktor önerisiyle kullanılmalıdır.

ANNE SÜTÜNÜN ÖNEMİ

anne sütünün önemi

Anne Sütü Teşvik ve Uygulama Politikası (Sağlık Bakanlığı) ve Dünya Sağlık Örgütü‘ne (WHO) göre; sağlıklı doğan her bebeğin doğumdan sonraki uygun şartlar altında ilk yarım-bir saat içinde emzirilmesi gerekmektedir ve ilk altı ay sadece anne sütü alması gerekir. Anne sütü bebeğin sindirim sistemine ve böbreklerine uygun yoğunluktadır. Ayrıca gerekli vitamin ve mineralleri de içermektedir.

Doğum sonrası ilk 7-10 günlük süreçte gelen süte ”kolostrum” adı verilir. Bu süt bebeğin enfeksiyonlara karşı korunması için özel bileşikler içerir. Doğum sonrasındaki ikinci haftadan itibaren süt içeriğinde laktoz, yağ ve toplam kalori miktarı artar. Bu nedenle ikinci haftadaki süt ”geçiş sütü” olarak adlandırılmaktadır.

Geçiş sütünden sonra ilerleyen haftalarda ise ”olgun anne sütü” oluşmaktadır. Olgun anne sütü kolostrum sütüne göre daha az miktarda karbonhidrat ve daha çok miktarda yağ içermektedir. Bu aslında anne sütünün her bebek için özel olmasının yanı sıra, bebeğin her dönemi için de ayrıca özel olduğunu göstermektedir.

Anne Sütünün Faydaları Nelerdir?

  • Emzirme sayesinde anne ve bebek arasındaki bağ daha güçlü olur .
  • Bebeklerin rahat ve daha güvenli uykuya geçmelerini sağlar
  • Anne sütü ile beslenen çocuklarda alerji sorunu daha az görülmektedir.
  • Anne sütü bebekte pişik oluşumunu engeller
  • Annenin meme ve yumurtalık kanseri, menopoz sonrasında osteoporoz ve kalça kırığı olma riskinin azalmasını sağlar.
  • Anne sütü içerdiği protein, enerji, yağ, karbonhidrat, enzimler, hormonlar, vitamin ve mineraller sayesinde bebeklerin birçok hastalığa karşı daha dayanıklı olmasına yardımcı olur.
  • Bebeğe olan faydalar dışında, emziren annenin hamilelik sırasında aldığı kiloları daha rahat vermesine yardımcı olur.

Emzirme Düzeni Nasıl Olmalıdır?

  • Bebek her ağladığında emzirilmelidir. Ayrıca gece uykusu sırasında 2 saatte bir uyandırılarak emzirme devam etmelidir.
  • Sık sık ve isteyerek emzirme; meme bezlerini uyararak süt yapımını arttırır.
  • Yaşamının ilk 4-6 ayı bebeğin zihinsel ve bedensel açıdan sağlıklı olması için çok önemlidir. İlk 4–6 aylık dönemde anne sütü yeterli olduğu sürece D vitamini dışında bebeğe hiçbir şey verilmemeli, annenin huzurlu, dinlenmiş olması ve iyi beslenerek bebeğini emzirmesi sağlanmalıdır.

Emzirmede Dikkat Edilecek Noktalar Nelerdir?

  • Öncelikle eller iyice yıkanmalıdır.
  • Meme başı kaynamış ve ılımış su ile steril gazlı bez kullanılarak temizlenmeli.
  • Bebeğin yüzü ve bedeni anneye dönük olacak şekilde tutulmalı.
  • Başı, kolun iç kısmına yerleştirmeli.
  • El, “C” harfi şeklinde, 4 parmak göğüs altında, başparmak göğüs üstünde kalacak şekilde tutulmalı.
  • Bir damla süt çıkarılarak, emme refleksini uyarma amaçlı meme ucu bebeğin dudağına ve çenesine değdirilmeli.
  • Bebek ağzını açtığında, meme ucu ve etrafındaki kahverengi kısım bebeğin ağzına yerleştirilmeli.
  • Alt dudağın dışarı doğru döndüğü de gözlemlenmeli.
  • Doğru emzirme pozisyonu; meme başı çatlaklarını önleyerek, bebeğin gazının olmamasına yardım eder.
  • Emziren anne, meme başında çatlak olmaması için her emzirmeden sonra meme ucuna bir, iki damla kendi sütünden sürmelidir.
  • Göğüs iyi boşaltılmazsa memeler şişer, sertleşir ve deri kızarır. Bu durumda; bebeği daha sık emzirmek, sütü sağmak ve yeterli gelmemesi durumunda soğuk/sıcak kompres uygulamak gerekmektedir.

ÇOCUKLARDA GÖRÜLEN KULAK HASTALIKLARI

ÇOCUKLARDA GÖRÜLEN KULAK HASTALIKLARI

Kış aylarında havaların soğumasıyla beraber, çocuklarda kulak hastalıklarının görülme sıklığı da artıyor. Bu hastalıkları gruplandırarak, tanı ve tedavilerini, alınması gereken önlemleri şöyle sıralayabiliriz:

 

Orta Kulak Hastalıkları

Kulak zarının arkasında derinde yer alan içi hava dolu boşluğa orta kulak adı verilir. Buradaki enfeksiyonlar genellikle östaki borusu aracılığıyla geniz bölgesinden gelen bakteri ve virüslerden kaynaklanır. Bir üst solunum yolu enfeksiyonu esnasında veya hemen ardından devam eden uzamış halsizlik ve rahatsızlıklarda kulaklar mutlaka kontrol edilmelidir.
Çocuklarda özellikle yatarken şiddetlenen kulak ağrısı, kulakta basınç hissi, işitme güçlüğü, ateş, baş ağrısı, bazı olgularda mide bulantısı ve iştah bozuklukları orta kulak enfeksiyonlarında sık rastlanan bulgulardır. Enfeksiyon yoğun bir basınç sonucunda kulak zarının delinmesine sebep olduysa, kulaktan dışarı doğru akan iltihabi akıntı görülebilir. Daha küçük çocuklarda ise nedeni anlaşılamayan ateş, beslenme ve uyku düzeninde bozulma, ağlama atakları, elini kulağına doğru götürme ve çekiştirme gibi bulgular şüphe uyandırmalıdır.
Orta kulak enfeksiyonlarının çocuklarda daha sık görülmesinin temel sebepleri, bu dönemde daha sık rastlanan üst solunum yolu enfeksiyonları ve 
östaki borusunun daha kısa ve nispeten mikropların ilerlemesine daha açık yapıda olmasıdır.

Her iki orta kulak boşluğunu burnun arka tarafındaki geniz bölgesine bağlayan bu kanalların temel görevleri, orta kulaktaki doğal akıntıların boşalmasını sağlamak ve hava basıncını dengelemektir. Bu görev sağlıklı bir işitme için de çok önemlidir. Üst solunum yolu enfeksiyonları, geniz eti problemleri, alerji gibi nedenlerle östaki borusu tıkanabilir, işlevleri bozulabilir. Bu durum, burun-geniz bölgesindeki mikropların orta kulağa ilerlemesine, iltihabi sıvı birikimine ve enfeksiyonun oluşmasına neden olur. Tedavide ağrı kesici ve ateş düşürücüler çocuğu rahatlatmak için kullanılır. Çoğu olguda antibiyotik kullanılmasına gerek görülür. Antibiyotik kullanımındaki temel amaç, olası komplikasyonları önlemektir.
Bebeklerin yatar pozisyonda ve biberonla beslenmeleri de kolaylaştırıcı bir faktördür. Kalabalık kreş ve sınıflarda bulunma, ailenin sigara kullanmasına bağlı pasif içicilik de orta kulak iltihabı riskini arttırır. Sık tekrarlayan enfeksiyonlarda, altta yatan alerji, bademcik ve geniz etinin kronik enfeksiyonları gibi nedenler araştırılmalıdır.

Orta kulağın çocukluk çağında sık görülen bir diğer sorunu da seröz otit adı verilen hastalıktır. Bunda da orta kulakta normal olmayan bir sıvı birikimi söz konusudur. Ancak mikrobik bir iltihap olmadığından ağrı, ateş gibi enfeksiyon bulguları genellikle görülmez. Çoğu zaman tek bulgu işitme kaybı olduğu için, özellikle küçük çocuklarda geç tanı konulması hatta hiç tanı konulamaması nadir değildir. Kulak hastalıklarının oluşmasında; alerji, kronik geniz eti ve bademcik enfeksiyonları, kulak anatomisindeki yapısal bozukluklar, pasif sigara içimi, kalabalık kreş ve sınıflarda bulunma gibi durumlar risk faktörleri arasında sayılmaktadır. Bazı araştırmalara göre bu hastalığa ailevi bir eğilim de söz konusudur. Tedavide yakından takip ön plandadır. Bazen kendiliğinden düzelme görülebileceği gibi altta yatan alerji, kronik enfeksiyon gibi bir sebebe yönelik tedavi ve çevresel önlemler de yararlı olabilir. Sıvının düzelmemesi ve ilerleyici bir işitme kaybının varlığı durumunda, kulak tüpü takılması ve geniz etinin alınması gibi cerrahi müdahaleler gerekebilir.

 

Kulakta Yabancı Cisim

Küçük çocukların kulaklarına soktukları yabancı cisimler önemli bir sağlık problemine dönüşebilir. Cismi çıkartmaya yönelik bir müdahale, onu daha derine itebilir. Dikkatsizce bir yaklaşım dış kulak yolu ve kulak zarına zarar verme riski taşır. Böyle bir durum farkedildiğinde en yakın sağlık kuruluşuna başvurmak en doğrusudur. Yabancı cisim hekim tarafından bu işlem için üretilmiş özel enstrümanlarla çıkartılır, bazı durumlarda müdahale yapabilmek için anestezi dahi gerekebilir. Burun ve kulak deliklerine sığabilecek boyutta küçük cisimleri çocukların ulaşabileceği yerlerden uzak tutmak önemlidir.

 

Kulak Kiri

Dış kulakta deri artıkları, ter bezleri ve yağ bezlerinin salgılarıyla meydana gelen karışıma kulak kiri adı verilir. Aslında bir sağlık sorunu olmayıp, adının çağrıştırdığı şekliyle temizlik ve hijyenle de bir ilgisi yoktur. Bazı bünyelerde kirin aşırı üretimi veya dışarı atılımındaki bozukluklar nedeniyle dış kulak yolunda birikim olur hatta kulak kanalı tam olarak tıkanabilir. Çocukların yaklaşık %10’unda görülen bu sorun çok önemli olmamakla birlikte, iletim tipi işitme kayıplarının en sık sebebidir. Elini sık sık kulağına götürme, kulağı çekiştirme gibi bulgular ve tam tıkanma halinde işitme kaybı görülür. Temizleme amacıyla kulak kanalının içine doğru pamuklu çubuklar ve benzeri şeyler sokulması doğru değildir. Yumuşatıcı damlalar kullanılabilir, tam tıkanma ve işitme kaybı durumunda, kir doktor tarafından vakum cihazıyla veya yıkama yöntemiyle temizlenebilir.

 

Dış Kulak Hastalıkları

Yüzücü kulağı adı verilen rahatsızlığın da dahil olduğu bu durum genellikle temiz olmayan havuz ve deniz sularına bağlı olarak gelişir. Çeşitli alerjik cilt hastalıkları nedeniyle dış kulak cildi koruyucu bütünlüğünün bozulması da nedenler arasındadır. Doğal koruyucu tabakası kaybolan dış kulak yolu cildinde enfeksiyona bağlı ödem ve şişlik gelişir. Bazen bu şişlik kulak kepçesine kadar ilerleyebilir. Tedavide damlalarla şişliğin giderilmesi, dış kulak kanalının aspiratör yardımıyla iltihabi akıntıdan temizlenmesi ön plandadır. Ağır enfeksiyonlarda antibiyotik de kullanılabilir.